saglikbul.turkyya.com

29 Aralık 2009 Salı

Dikkat !!
Yeni Sitemizi Ziyaret Etmek İçin Lütfen Tıklayınız

saglikbul.turkyya.com 
Sglikbul.NET

Domuz gribi aşısı yaptırmalı mı?

8 Kasım 2009 Pazar

500 bin dozluk domuz gribi aşısı Türkiye’ye geldi. Ankara ve Diyarbakır’da görülen vakalar yüzünden bazı okulların tatil edilmesiyle paniğe kapılan vatandaşlar, doktorların ağzından çıkacak kelimelere bakıyor

PROF. DR. SERHAT ÜNAL Bağışıklık sistemizayıfa öneririm
DOMUZ gribi binde 1-1.5 öldürüyor. Şu haliyle mevsimsel gribe göre daha az tehlikeli gibi düşünülmemeli. Bir virüsün tehlikesini, ne kadar sıklıkta görüldüğü ve ne kadar çok öldürücü olduğu belirler. Domuz gribi az öldürüyor ama çok sık görülüyor. Virüsün çok hızlı yayılması halinde kısa sürede, başta sağlık çalışanları olmak üzere çok kişiye bulaşmasıyla ciddi iş gücü kaybına, tedavi için ekonomik zarara, eğitim sisteminde aksamalara yol açacaktır. Domuz gribi aşısını da aynı mevsimsel aşı da olduğu gibi, ‘65 yaş üstü bağışıklık sistemi zayıflamış olanlara, karaciğer, böbrek, kalp yetmezliği çekenlere, kanser tedavisi görenlere’ yapılmasını öneriyoruz. Yumurtaya alerjisi olanlar yaptırmamalı. Mevsimsel aşı olanlar aynı zamanda domuz gribi aşısı da yaptırabilirler.

DOÇ. DR. ÖNDER ERGÖNÜL Soğukkanlı olun DSÖ’yü dinleyin
BİR sağlık çalışanı olarak bu aşıyı vurulmam gerekiyorsa vurulurum, hastalarıma da tavsiye ediyorum. Muhtemel bir salgında sağlık çalışanları aktif çalışmak zorunda. Üç günlük iş güç kaybı sıkıntı yaratacağından, bu hizmetlerin aksamaması için aşı olmak isterim. Evet kafa karışıklığı var, ancak soğukkanlı olmayı öneriyorum. Çünkü Dünya Sağlık Örgütü’nü rehber alıyorum. Bu kurumun belirlediği risk gruplarına tavsiye ediyorum. Kamuoyunda DSÖ’ye ve ilaç firmalarına yönelik eleştiriler var. Şu ana kadar gördüğümüz bilimsel verilerin içinde olumsuz bir şey yok. Kahve sohbeti yapar gibi karşı çıkılması kafaları karıştırıyor. Hastalıkla ilgili paniğe yol açacak açıklamalar yapılması da doğru görmüyorum. Bilimsel araştırmaların azlığı ifadesi, kobay olacağız gibi söylemler de yanlış.

PROF. DR. AHMET R. KÜÇÜKUSTA Çok yeni, yan etkileri şüpheli
OTUZ seneden beri uygulanmakta olan grip aşılarının etkinliği bile ciddi şekilde tartışılırken, henüz çok yeni üretilen bir aşının ne derece etkili olacağını bilmek mümkün değil. Her sene olağan gripten 250 bin -500 bin insan ölürken, domuz gribinden bu güne kadar ölen insan sayısı sadece 4 bin 500. Aşının çok kısa sürede üretilmiş olması ve katkı maddeleriyle ilgili yan etki ihtimalleri de hesaba katılmalı. Grip aşısına veya domuz gribi aşısına karşı değilim. Ben gerekliliği, etkinliği kesin olarak bilinmeyen ve yan etkileri konusunda şüpheler olan aşılara karşıyım. Olağan grip aşısını da etkinliği konusundaki kesinliği hakkında emin olmamakla birlikte ağır kalp, şeker, böbrek, KOAH hastalarına, bazı kan hastalığı ve bağışıklık yetersizliği olanlara tavsiye ediyorum.

PROF. DR. MUSTAFA BAKIR Tehlikeyi görmek lazım, yaptırılmalı
BİR hekim olarak kendim de domuz gribi aşısını vurulacağım, çocuklarıma da yaptıracağım. Domuz gribi mevsimsel gribe oranla 5-10 kat daha fazla ölüme yol açıyor. Eğer kronik hastalığı varsa kişide ölüm oranları daha da yükseliyor. Biz Dünya Sağlık Örgütü’nü örnek alıyoruz. DSÖ, daha önce dünya medyasında çıkan haberlerin yanlış olduğunu açıkladı. Karşı çıkanlar önce DSÖ’nün sitesine girip oradaki bilgileri okusun. Sadece antikor geliştiriyor demek yalan söylemektir. Bütün dünyada ülkeler aşıyı harıl harıl yaparken, bunları tartışmak yanlış. Bu aşıda kullanılan adjuvanlar, 50 yıldır çocuklara kullanılan aşılarla benzer maddeler içeriyor. Yakın tehlikeyi görmek lazım. Ben bu yüzden hastalarıma vurulmalarını tavsiye ediyorum.

‘Termal kameralar’ artık önemini yitirdi
TÜRK Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları (KLİMİK) Derneği üyeleri yaptıkları bir toplantıyla domuz gribinden korunma ve yapılması gerekenler konusunda bir rehber belirledi. Buna göre, bu süreçte öncelikle yapılması gerekenler şöyle:

l Termal kameralar önemini yitirdi. Artık havalimanlarından kaldırmalı.
l Yurtdışından gelenlerin doldurması istenen formlar da tıpkı termal kameralar gibi gereksiz..
l Öksürürken ve hapşırırken ağzınızı ve burnunuzu kapatın. Kullandığınız mendilleri hemen çöpe atın.
l Ellerinizi sabunlu suyla yıkayın. Su ve sabun bulamazsanız alkollü temizleyiciler kullanın. ‘El hijyeni’ uyulması en önemli kontrol önlemlerinden biridir..
l Ellerinizi ağız ve buruna götürmeyin. Virüs bu yolla yayılabilir.
l Çevrenizdeki hastalardan uzak durun.
l Hastalanınca vakit geçirmeden doktora başvurun. Mümkünse okula ve işe gitmeyin.

Domuz Gribi TSK’ya da sıçradı

Sağlık Bakanlığı bugün yaptığı açıklamada 2 kişinin daha domuz gribinden hayatını kaybettiğini ve ölü sayısının 23′e yükseldiğini söyledi. TSK’de de ilk domuz gribi haberi GATA’dan geldi. GATA Komutanı hastalık nedeniyle tedaviye alındı.

Milletvekillerinin odalarına dezenfektan yerleştirildi. Meclis Başkanı Şahin aşı olacağını söyledi. TSK’de ilk Domuz gribi haberi GATA’dan geldi. GATA Komutanı hastalık nedeniyle tedaviye alındı.

Domuz gribi Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nde (TSK) de görüldü. TBMM’de bir milletvekili sekreterine Domuz gribi teşhisi kondu. Dinlenmesi için izin verilen sekreterin sağlık durumunun iyi olduğu açıklandı. 4 bin kişinin çalıştığı ve bir o kadar da ziyaretçinin girdiği Meclis’te önlem olarak milletvekili odalarına dezenfektan konuldu. Aşı olacağının mesajını veren TBMM Başkanı Mehmet Ali Şahin, Parlamento Muhabirleri Derneği ziyaretinde “Aşılı ağacın meyvesi sağlıklı olur” dedi.

GATA Komutanı da grip
TSK’da ilk Domuz gribi teşhisi dün kondu. Rahatsızlanan Gülhane Askeri Tıp Akademisi (GATA) Komutanı Korgeneral Hasan Memişoğlu’na hastanede yapılan muayenesinde Domuz gribi teşhisi konuldu. GATA’da tedaviye alınan Memişoğlu’nun durumunun iyi olduğu, 2-3 gün içinde taburcu edileceği belirtildi.

Askeri personel aşılanıyor
Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Ferit Güler, TSK içinde de Domuz gribi şüphelisi olarak rapor edilen personel bulunduğunu açıkladı. “Ölümcül bir vakayla karşılaşılmamıştır” diyen Güler, TSK’da, aşının askeri sağlık personeli ile risk gruplarındaki personele uygulanmaya başladığını söyledi..

Hepatit-A Sarılık Aşısı

Bu aşının da adı sarılık aşısı olmasına karşın diğerine oranla daha az yaygın olarak yapılmaktadır. A tipi bulaşıcı sarılıklar ağız yoluyla bulaşması nedeniyle B tipine göre çok daha yaygın olarak insanları hasta etmesine karşın genellikle 2 hafta süren hastalık, 2-4 hafta da nekahat döneminden sonra şifa ile sonuçlanır. Ciddi sonuçlara yol açması çok nadirdir. Aşısının yaygınlaşmamasının en önemli sebebi budur. Hepatit – B ise kolaylıkla bulaşmamasına karşın bulaştıkdan sonra tedavisi olmayan bir hastalıktır. Bu aşı son yıllarda gündeme gelmektedir. Bu aşı özellikle yuva, kreş, okul gibi kalabalık yerlerde bulunan, ailesinde ve çevresinde hasta veya hastalanma olasılığı yüksek olan kişiler bulunan kişilere yapılmalıdır. Hastalanma olasılığı; askeri birlik, sağlık, gıda, temizlik sektörü, cezaevi, otel gibi yerlerde çalışan ve sık seyahat eden kişiler de daha yüksektir.

Uygulama Programı : Bir yaşından sonra yapılabilirse de 2-3 yaşından sonra yapılması daha uygundur. İki aşı üreticisi firmanın biri 2 yaş, diğeri 10 aylıktan itibaren yapılabileceğini belirtmektedir. Bir doz yapıldıktan sonra 6 ay ile 5 yıl arasında bir tekrar dozu en az 20 yıl, belki de yaşam boyu koruyuculuk sağlamaktadır. İlk doz bile 5 sene kadar koruyucudur. Aşı yapılmadan önce Hepatit-B de olduğu gibi test yapılabilir. Çok gerekli bir test değildir, insanların daha öncesinde mikrobu alıp almadığını gösterir. Sessiz yani sararmadan sarılık geçirmek, özellikle çocukluk yıllarında kolaydır. Hastalığı geçirmiş kişilere aşı yapmanın bir yararı yoktur, sadece gereksizdir. Adale içi iğne ile uygulanır. Suçiçeği aşısından sonra en pahalı ikinci aşıdır.

Lokal etkileri dışında ciddi bir yan etkiye yol açmaz.

Su Çiçeği – Varicella Aşısı

Son 4-5 yılda kullanıma izin verilmiştir. 10 yıl kadar Amerika’da immun sistemi zayıf, özürlü çocuklarda araştırma amaçlı kullanıldıktan sonra etkili olduğu anlaşılarak aşı olarak kabul edilmiştir.

Yeni bir aşı ve oldukça pahalı olması sebebiyle hekimler arasında bile kararlılıkla uygulanmamaktadır. Koruyuculuk süresi için net bilgiler yoktur. Üretici firmalar 10-15 yıl olduğunu öne sürmektedirler. Şu anda ilk aşı olan çocuklar 13-15 yaşlarındadır ve hala hastalanmamışlardır. Endişe edilen konu acaba erişkin yaşında koruyuculuk azalması nedeniyle hasta olunabilir mi kaygısıdır. Bu soruya bu gün kesin yanıt vermek olanaksızdır. Ama benim fikrim aşı yapılmasından yanadır. Gerekçem de şudur. Madem aşı kesin olarak 10-15 yıl koruyor, şimdi aşılanmakla bu süre garanti altına alınıyor. Bilim ve teknoloji hızla ilerliyor. 15 yıl sonra ne olacağını bilmiyoruz, belki yeni tip aşılar çıkacak, belki koruyuculuğun daha uzun olduğu anlaşılacak. En kötü ihtimalle bir doz daha ayni aşıdan olunur, hasta olmaktansa birkaç kez aşı yapılması bence daha iyidir.

Aşılamanın diğer bir faydası da bence aşı olan kişiler ileri de Zona hastalığına da yakalanmayacaklarıdır. Çünkü Zona olabilmek için Suçiçeği hastalığını geçirmek gereklidir.

Uygulama : Aşı 10-12 aydan (Bence 15 aydan) sonra yapılabilir. Cilt altı iğne ile uygulanır.

Lokal etkiler dışında ciddi bir yan etki yapmaz.

Verem Aşısı –BCG

1998-99 yılına kadar doğumdan hemen sonra veya ilk 1-2 gün içersinde yapılmaktaydı. Bunun sık olarak yan etkilere yol açması nedeniyle artık bebek 60 günlük olduktan sonra yapılmaktadır.

Standart olarak sol omuz başına cilt içi enjeksiyon şeklinde yapılır. Aşı yapılırken kısa bir süre sonra kaybolan bir kabartı oluşmalıdır. Bu böcek-sinek ısırığı gibi bir kabartıdır, iğnenin doğru olarak cilt içi yapıldığını gösterir. 5-10 dakika içersinde kaybolur.

Aşı yeri ilk gün ellenmemeli ve yıkanmamalıdır. Ateş gibi yan etkilere pek yol açmaz. Aşıdan yaklaşık bir ay kadar sonra aşı yerinde önceleri bir sertlik, daha sonrası küçük bir sivilceye benzer kızarıklık olur. Bu sivilce yavaş seyirle kabuk oluşturur ve sonra da bir iz bırakarak iyileşir. Bilinmesi gereken şey bu sivilce oluşumu ve iyileşmesi aylar süren bir sürede gerçekleşeceğidir fakat bir yakınmaya yol açmayacağıdır.

Yapılan aşı her zaman bu şekilde seyretmeyebilir. Bazen aşının yapılmasının üzerinden birkaç ay geçmesine karşın bu değişikliklerin hiç birisi olmaz. Bu durumda aşı tutmamış olabilir, test yapılıp, gerçekten tutmamış ise aşı tekrarlanır. Bazen de tam tersi bir durumla aşı küçük bir sivilce değil, kocaman bir çıban haline gelip, koltuk altı, boyun bölgelerinde bezeler ( Lenfadenopati) yapar. Bu durumda da doktor tarafından gereken takip ve tedavi yapılmalıdır.

Normal koşullarda aşı bebek 4 aylık olana kadar yapılmalıdır, eğer bu süre geçirilmişse önce PPD testi yapılmalı, bunun sonucuna göre aşı yapılmalıdır. Bu testin yapılma sebebi bebeğin aşısız geçirdiği süre içersinde verem mikrobunu alıp almadığının kontrol edilmesidir.

Aşının etkinliği 5 yıl kadardır ve 5 senede bir doz tekrar yapılmalıdır. Ülkemizde genellikle ilkokul 1. ve 5. sınıflarda yapılmaktadır. Maalesef pratikte bir çok okula aşılama için gidilememesi sebebiyle aşılamalar eksik kalmaktadır. Hele Lise yıllarındaki aşılar neredeyse hiç yapılmamaktadır.

Grip Aşısı

Son yıllarda gündemde olan bir aşıdır. Üzerinde çok spekülasyon yapılmaktadır. Aşının ilk ortaya çıkışı yaşlı, müzmin solunum yolu problemi olanlar, şeker hastaları gibi insanlar için önerilmekteydi. Daha sonraları bazı yöntemler kullanılarak geniş toplum kitleleri aşı olmaya özendirildi, gerekli gibi bir durum oluşturuldu.

Aşının net özelliği şudur. WHO – Dünya Sağlık Örgütü dünyada virüslerin yayılma haritalarını çıkararak, her yıl gelmekte olan sonbahar, kış, ilkbahar döneminde salgınlar yapması olası virüsleri tahmin eder. Bu salgın olasılığı en yüksek olan 3 virüse karşı aşı üretilir. Aşı yapılan insanlar bu üç çeşit virüse karşı bağışıklanırlar. Fakat insanları hasta eden çok sayıda virüs bulunmaktadır. Bu virüslere karşı bağışık hale gelenlerin başka virüslere de karşı daha dayanıklı olacakları iddia edilmektedir. Fakat kesin olan sadece aşının içersindeki 3 çeşit virüse bağışıklık kazanılır. Bu virusler ağır seyreden ve salgınlarla yapan tipteki griplerin sorumlusudur. Her türlü nezle, soğuk algınlığının sorumlusu değillerdir.

Aşılanan insanlar hiçbir virus enfeksiyonuna yakalanmayacak diye bir beklenti olmamalıdır. İnsanlar bir şekilde virüsle karşılaşıp hasta olmadıklarında bunu anlama şansları yoktur. Ancak hasta olduklarını anlayabilirler. Bu nedenle bazıları “aşı geçen sene işe yaramıştı ama bu sene yaramadı “ derken ne zaman virüsle karşılaşıp hasta oldukları zamanları değil, başka virüsle karşılaşıp hasta oldukları durumları söylemektedirler. Belki aşı işe yaradı dedikleri yıl virüsle hiç karşılaşmadılar ama hasta oldukları yıl belki 10 kez virüsle karşılaştılar, hasta olmadılar fakat bir kez farklı bir virüsle karşılaştılar ve hasta oldular.

Aşının içerdiği virüslere karşı % 90 kadar bir koruyuculuk sağladığı bildirilmektedir.

Özet olarak ben herhangi bir özel sorunu olmayan kişiler aşı olma konusunda fikrimi sorduklarında aşının maliyeti sizi rahatsız etmiyorsa olun diye cevap veriyorum. Aşı bir tedbirdir, sizi bir kez bile grip olmaktan korusa ödediğiniz paraya değer.

Uygulama programı : Erişkinlere ve 8 yaşından büyük çocuklara tek ve tam doz yapılır. Daha önceki yıllarda 6 yaş altındakilere önerilmemekteydi. Daha sonra bu sınır 2 yaşına, şimdi de 6 aya kadar inmiş bulunmaktadır.

Bu konuda bilgiler daha ziyade aşı üreticisi firmalardan gelmektedir. Bu aşılara ait araştırmalar da genellikle aşı firmaları tarafından yapılmakta veya yaptırılmaktadır. Bu sonuçlara şahsen bazen itibar ediyor, bazen de etmiyorum.

Hastalarıma önerirken kendi fikirlerimi de göz önünde bulunduruyorum. Bu nedenle henüz 2-3 yaşın altındaki çocuklara grip aşısı yapılması konusuna pek de sıcak bakmıyorum.

Aşı üreticileri 6 ay ile 3 yaş arasındaki çocuklara ilk kez aşı yapılırken bir ay ara ile 2 kere yarım doz; daha önce aşılanmışlarsa 1 kez yarım doz yapılmasını öneriyorlar. 3 ila 8 yaş arasındaki çocuklara ilk yıl birer ay ara ile 2 kez tam doz, daha önce aşılanmışlarsa 1 kez tam doz yapılır.

Difteri-Boğmaca-Tetanoz (Karma Aşı)

Difteri-Boğmaca-Tetanoz: Karma aşı olarak bilinen aşıdır. Kısaca DBT veya BDT gibi isimleri vardır. Uzun yıllardır çocuklara yapılmaktadır. Üretim teknolojisi yıllar içersinde oldukça değişiklikler göstermiştir. Eskiden sığır, at gibi büyük baş hayvanların kan serumundan elde edilmekteydi. Bu oldukça fazla yan etkiye neden olmaktaydı. Bu günlerde kullanılan cinsleri yan etki yönünden eskiye oranla daha sorunsuz olmalarına karşın yine de çocuk aşıları içersinde en sorunlu aşıdır. Yaygın olarak metal tuzlarına emdirilmiş hücre içeren tipi kullanılmaktadır. Ayrıca hücre içermeyen tipi de vardır. Bu hücre içermeyen (asellüler) aşılar en düşük yan etki oranına sahip olmalarına karşın fiyat yönünden diğer tipe oranla 8-10 kat gibi daha pahalıdırlar.

Adale içi enjeksiyon ile uygulanır. Küçük bebeklerde genellikle bacağın uyluk denilen diz ile kalça arası bölgenin ön ve dış tarafına yapılır. Kolun dirsek ile omuz arasında kalan bölgeye veya omuza da yapılabilir. Fakat adale enjeksiyonlarında 2 yaşın altında uyluk tercih edilir.

Uygulama Programı:
* İki aylıktan sonra başlanır.
* 1-2 ay aralıklarla peş peşe 3 doz yapılır.
En uygun aralık 6-8 haftadır ama aşının yapıldığı yere göre değişiklik olabilir. Kamuya ait yerlerde hızlandırılmış aşılama uygulandığı için aralıklar 4 hafta olarak uygulanır. Özel yerlerde de genellikle 2 ay ara ile yapılır. Hangi şekli daha doğrudur diye bir şey yoktur fakat gelişmiş ülkelerde 6 - 8 hafta aralıkla yapılmaktadır. Aralıklar 4 haftadan daha sık olmamalıdır. Bazı durumlarda 8 haftayı geçebilir. Bu bir sorun değildir. Hastalık, sosyal engeller gibi durumlarda aşı programında kaymalar olabilir. 8 hafta yerine 3-4 ay olması problem değildir fakat aşılama uzadıkça yeterli bağışıklık kazanma süresi uzamakta ve bebek hastalanma riski taşımaktadır. 3.doz aşıdan 1 yıl sonra 1.tekrar, 2-4 yıl sonra da 2. tekrar dozları vardır. İkinci tekrar dozu ilkokul 1. sınıfta da yapılabilir. Bu dozda artık boğmaca aşısı içermeyen DT. Formu kullanılmalıdır. 4-5 yaşından sonra Boğmaca aşısı yapılmaz, bazı sakıncaları vardır. DT. Aşıda ilkokul 5 ve lise de tekrar yapılır ama difteri aşısının erişkin tipi kullanılmalıdır. İlkokul 5 ve lise çağlarında genellikle erişkin tip difteri kullanılmaması nedeniyle difteri aşısı çıkartılarak tek Tetanoz olarak yapılır.

Yan Etkiler : En sık yan etki yapan aşıdır. Lokal olarak şişme, kızartı, ağrı ile sistemik olarak ateş bunların en sık görülenleridir. İğne yerinde metal tuzu içeren cinsler bir nodül ( derinin altında nohut kadar sertlik) yapabilirler. Bu nodül birkaç ay içersinde kendiliğinden kaybolur. Morarma-kızarma açısından takip edilmelidir. Aşı uyluktan yapıldığında çocuk bacağını 1-2 gün için basmayabilir, bu aşının lokal etkisinden dolayıdır, devam etmemesi gerekir. Hekimlerin çekindiği daha ziyade boğmaca aşısına bağlı olarak gelişen, aşıdan 2 saat sonra ortaya çıkan , ince-tiz sesli ve uzun süren (3-4 saat) ağlama krizleri, yüksek ateş ve ateşli veya ateşsiz havale (konvülziyon) dir. Böyle bir etki görüldüğünde ya boğmaca aşısı bir daha iç yapılmayacak ya da asellüler formdaki aşı kullanılacaktır. Bu yan etkiler genellikle hekim tarafından tedavi edilmesi gereken olaydır. Evde anneler ateş düşürücü-sakinleştirici fitil, şurup verebilirler.

Kuduz – Rabies HDCV Aşısı

Normal olarak herkese yapılan aşılardan değildir. Gerekli hallerde yapılmaktadır. Şüpheli hayvan ısırık ve tırmalamalarından sonra yapılmaktadır. Eskiden kullanılan formu artık uygulamadan kaldırılmıştır. Koyun beyninde pasajlar yapılarak elde edilen aşının yan etkileri fazla idi. Bu gün için insan hücre kültürlerinde üretilen aşılar kullanılmaktadır. Bunlar diğer aşılar gibi adale içi iğne ile uygulanır. Gerekli olan durum ile ilgili iki çeşit program vardır.

Şüpheli hayvan kontrol altında: 10 gün süren gözlem süresince 0, 3, 7. Günlerde yapılır ve eğer hayvan bu sürenin sonunda canlı ve kudurmamışsa aşılama kesilir.
Şüpheli hayvan kayıp veya kuduz olduğu kesinse: Bu durumda 0, 3, 7, 14, 30 ve 90. günlerde toplam 6 doz aşı yapılır. Gerçi bir de 3 ayın sonunda bir 7. Doz yapılabilirse de bu risk altında olanlar (Veteriner gibi) dışındakilere önerilmez.
Günlük yaşamda kedi, köpek, fare ısırıkları ve tırmalamaları ile sık olarak karşılaşılır. Burada dikkat edilmesi gereken konu bunun hangi şartlar altında ve hayvanın durumudur. Hayvan aşılı, ev dışına çıkmayan türde, oynarken, önünden yemeğine uzanıldığında, yavrularına yaklaşıldığında gibi durumlarda ise olasılık çok azdır. Fakat bu herhangi bir hekime sorulduğunda kimse risk altına girmek istemiyeceği için aşılama olasılık çok düşük olsa bile aşılama önerilir. Ben şimdiye kadar şüpheli hayvan beyninin tetkik için laboratuara gönderildiğinde kuduz çıkmadığını hiç görmedim. Nedense benim karşıma çıkan tüm tetkik sonuçlarına göre itlaf edilen hayvanların hepsi kuduz olmuşlardı. Ülkemizde kuduz tanısı konan insanlara rastlanmaktadır. Bunlar bazı yıllarda 1-2 vaka ile sınırlıdır.
Aşının lokal yan etkileri dışında genel etkileri pek yoktur. Çok nadir ansefalit yaptığı bildirilmiştir. Benim bildiğim yayınlanmış birkaç vaka olduğudur.

ŞİZOFRENİ

25 Eylül 2009 Cuma

Şizofreni, düşünce, heyecan, hastalar ise kendisine sorulan bir soruyu aynen irade, kişilik ve davranış bozukluklarıyla seyre yineler. Buna “Ekolali” denir. Bazı hastalar da den bir hastalıktır.

Hasta dış dünyanın gerçekle “Ekopraksi” durumu gösterirler. Burada hasta rinden kopmuştur, adeta kendisinin yaratmış kendisine söylenen hareketi aynen yineler. Bazı olduğu bir dünyada yaşamaktadır. Başka bir hastalar karşılarındaki kişilerin mimiklerini taklit anlatımla, bu yalancı dünyasına kapanmıştır. Bu “ederler. Bu duruma ekomimi denir. Bazı hastalar duruma “Otizm” denir. Hastanın kişiliği dağılmış, uzun süre durmaksızın belirli bir hareketi yıkılmıştır. Hastalık genellikle ergenlik çağında yineleyip dururlar. Buna kinetik stereotipi denir. ortaya çıkar. Kadm ve erkeklerde hemen hemen “Akinetik stereotipi”de hasta belirli birhareket-aym sıklıkta görülür. Her toplumda bu hastalığa sizlik durumunu korur.

“Flexibilitas karea” rastlanır ve ortalama sıklığı °/o 0.2-0.5 arasında denilen durumda hasta, kendisine verilen en zor olduğu düşünülmektedir. Hastalığın nedeni ola- duruşu bile bir heykelmiş gibi korur. Bazı rak pek çok etken gösterilmiştir. Ama bunlardan hastalar kendilerinin dış etkiler altında oldukları-hiçbiri tek başına yeterli açıklamayı getirmemiş- nı, bütün düşünce, konuşma ve davranışlarının tir. Bu konuda kesinlik kazanmış olan bulgu dışardan kontroTedildiğini, düşünce, konuşma ve şudur; anne ya da babası şizofrenik olan bir hareketlerin kendilerine ait olmadığını ileri çocuğun ilerki yaşamında bu hastalığa yakalan- sürerler. Bu duruma “Pasivite fenomeni” denir, ma riski oldukça yüksektir. Örneğin hem annesi Heyecan bozuklukları: Şizofrenik hastalarda hem de babası şizofrenik olan çocukların bu heyecan bozuklukları çeşitli biçimlerde ortaya hastalığa yakalanma riskleri % 50 olarak çıkar. İndiferans morbit denilen durumda, bildirilmiştir. Bu da şizofreninin kalıtım yoluyla hastanın heyecanları körelmiştir. Çok üzücü yada çok sevindirici bir olaya karşı hiçbir tepki ortaya çıkmaz. Hasta üzüntü ya da sevinç duymaz. Bazı hastalarda öfke, korku, örotizm ve kontrolsüz neşe gibi İlkel heyecanlar tabloya ilerki kuşaklara aktarılabileceğini göstermektedir.

Şizofreninin belirtilerini düşünce bozuklukları, irade bozuklukları, heyecan bozuklukları ve ambivalans olmak üzere dört ana grup altında inceleyeceğiz. Düşünce bozuklukları: Hastanın düşünceleri egemendir.

Ambivalans: Hastalar birbirinin tersi düşüncelere sahiptirler. Örneğin hasta hem ölmeyi ister,

arasındaki ilişkiler kopmuştur, düşünceleri çözülmüştür. Bunun sonucu olarak konuşma bozulmuş, karmakarışık bir durum almıştır. Hasta konuşmalarında belirli bir konuyu işleyemez,’ konudan konuya geçer, saçma sapan mantık yürütür,kendisine sorulan sorulara ilgisiz yanıtlar verir.

Buna yandan konuşma denir. Hasta konuşurken, yeni yeni anlamsız sözcükler uydurur. Bu duruma neologizm denir.

Basit şizofreni: 18-25 yaşları dolaylarında ortaya çıkan bu şizofreni tipinde, heyecan bozuklukları ön plandadır. Bu hastalarda tam bir entellektüel nöküntü görülebilir.

Kısırlık ve Tüp Bebekle İlgili Sık Sorulan Sorulanlar

Aşılama tedavisi :

Tüp bebek öncesi, klasik tedavi içinde yer alan aşılama, rahim kanallarından en az bir tanesi açık olan (HSG filminde) ve sperm analizinde sperm özellikleri normal olan çiftlerde uygulanabilen bir yöntemdir. En fazla 6 kere yapılması önerilir. 3 veya 4 kere yapılmasına rağmen gebe kalınmazsa bu yöntemi devam ettirmenin pek faydası olmamaktadır. Genellikle başarı oranı % 8-15 arasında kabul edilir. Aşılama için kullanılan sperm örneğinin yıkanması önemlidir. Yıkanmamış sperm ile aşılama yapılmamalıdır.

Tüp bebek ve mikroenjeksiyon aynı mıdır?

Tüp bebek, uygulanan yöntemlerin Türkçe’de kullanılan genel adıdır. Mikroinjeksiyon bu yöntemlerin laboratuarda kullanılan teknik adıdır. Tüp bebek yapıldığı zaman zaten mikroenjeksiyonla yapılmaktadır.

Tüp bebek ne zaman yapılır?

Klasik kısırlık tedavisi ile (aşılama) sonuç alınamayan vakalar, rahim kanalları kapalı olanlar, sperm analizinde sorun olanlar, azospermi, kadın yaşının 37 ve üzeri olması gibi durumlarda uygulanır.

Tüp bebek programı için ne zaman başvurmalı?

Öngörüşme, muayene ve tetkikler yapılıp yönteme karar verildikten sonra adet kanamasının 2. günü başvurulmalı.

Bir program süresi ne kadardır?

Yumurta gelişmesi, toplanması, embryo oluşması, embryo transferi için uzun protokolda yaklaşık 1.5 ay, kısa protokolda 14-20 gün sürer.

Program ücret paketi nelerden oluşur?

Kullanılan ilaç ücreti dışında kalan, ultrasonla yumurta gelişmesi sırasında gerek duyulan kontrollar ve hormon tahlilleri, yumurta toplanması için hastaneye yatış, ameliyathane ve anestezi, laboratuar işlemleri, sperm alınıp hazırlanması, embryo transferi ve doktor ücreti (+ KDV) paket ücreti içindedir. Programa girmeden önce yapılan teşhis amaçlı hormon tetkikleri, rahim filmi (HSG), sperm tahlili, veya ilave tetkikler, yumurta gelişmesi amacıyla kullanılan ilaçlar ücrete dahil değildir. İlk ön görüşmeden ücret alınmaz.

Erkeğin ilaç kullanarak sperm sayısı yükseltilebilir mi?

İlaç tedavisinden fayda görebilecek erkek sayısı oldukça azdır. Genellikle ilaçların pek faydası olmamakta. Azospermide ilaç tedavisi denenmekle beraber sonuç faydalı olmamaktadır. En iyi yöntem tüp bebek tedavisinin kendisidir. Erkek için kullanılacak ilaç masrafı da oldukça yüksektir.

Varikosel ameliyatı sperm eksiklikleri üzerine olumlu etki yapar mı?

Varikosel ameliyatı olup olmama sorusu çok sık gündeme gelen bir konudur. Bu konuda tüp bebek uzmanları ve üroloji uzmanları arasında bazı görüş ayrılıkları mevcuttur. Varikosel ameliyatının faydalı olma ihtimali en fazla % 50 vakada mümkün olabilir. İleri derecede sayı azlığı, hareket azlığı veya şekil farklılığı olan sperm analizi sonuçlarında pek düzelme olmuyor. Yine en iyi tedavisi yöntemi tüp bebek tedavisinde seçilmiş kaliteli spermin yumurta içine enjeksiyonudur (icsi).

Erken menopoz nedir ? tüp bebek yapılır mı?

Erken menopoz kadının 35 yaş öncesi adet görmemesi durumudur. Bu durumu olan kadınlarda çocuk isteği olsun veya olmasın mutlaka jinekolojik takipler yapılmalıdır. Çocuk isteği olan kadınlarda ilaç denemeleri yapılıp yumurta geliştirmeye çalışılabilir. Bu kadınlarda ön tetkiklerden sonra durum değerlen dirilmesi ne göre yumurta gelişmesi için hiç olmazsa bir kere deneme yapılabilir. Genç yaşta adetten kesilenler de bazen yumurtalıklar cevap verebilir. Yalnız tüm olumsuz ihtimaller hastaya önceden anlatılıp ona göre karar vermesine yardımcı olmak gerekir. Sonuçların pek yüz güldürücü olmadığı çiftlere önceden söylenmelidir. Ayrıca, bu tip hastalarda ilerdeki yaşamında gelişebilecek durumlar ile ilgili bilgi verilmesi gerekmektedir.

Daha önce 3 veya daha fazla başarısız tüp bebek denemesi olanlarda nasıl davranmalı?

Bu gibi durumlarda tüp bebek uygulamasından önce daha önceki uygulamalara ait tedavi safhaları ve embriyoların laboratuar bulgularını incelemek uygun olur. Gerekirse çift yeniden değerlendirilir, bazen ilave testler istenebilir. Karı-koca‘dan genetik test istenebilir. Yeni değerlendirme sonucuna göre nasıl bir tedavi uygulanacağına karar verilir.

Tüp bebek için kullanılan ilaçların kalıcı etkisi var mı?

Hayır, bu ilaçlar kalıcı bir etki bırakmazlar. Zaten insandaki hormonların benzerleridir ve yeni üretim teknolojisi ile hemen hemen saf hormon elde etmek mümkün olmaktadır.

Polikistik Over (PCO) ve Polikistik Over Sendromu (PCOS)’li kadınlar ne yapmalı?

PCOS’li kadınlar hormonal yönden farklı oldukları için en çok ilaçla tedaviden fayda görürler. Zaten en çok kısırlık sebebi aylık yumurta gelişmesinin olmayışıdır. İlaçla yumurtalık uyarısı genellikle yumurta gelişmesi ve iyi bir gebelik şansı ile sonuçlanır. Fakat bu tip kadınlarda bazen yumurta gelişmesi için gereken doz ayarlamalarında zorluklar ortaya çıkar. Ya hiç yumurta gelişmez veya istenenden çok yumurta gelişerek tedavinin devamını imkansız kılar. Bu tip kadınlar ayrıca diyabet, hipertansiyon gibi diğer bazı rahatsızlıklara da aday oldukları için bu yönde de araştırılmaları ve gerekirse tedavileri yapılmalıdır. Hayat boyu takip gerekliliği konusunda uyarılmalıdırlar.

İleri derecede endometriozis veya çikolata kisti olanlar ne yapmalı?

Bu tip kadınlarda kısırlık tedavisi endometriozisin yerleşme alanlarına, ve yaygınlığına bağlı olarak farklılık gösterdiği için her kadını kendi durumuna göre değerlendirmek gerekir. Bazen kistlerin alınması gerekir, bazen kistler alınmadan tedaviye devam edilebilir. Endometriozisli kadınların hayat boyu takip edilmeleri gerektiği mutlaka hatırlatılmalıdır.

Miyom (myom) kısırlık nedenimi? olan kadın ne yapmalı?

Myomlar, rahimden kaynaklanan ve iyi huylu olan tümörlerdir, yani kanserle alakaları yoktur. Üreme çağındaki kadınların yaklaşık % 20-25’inde bulunurlar. Farkedilmeyecek kadar küçük olanlar yanında çok büyük olanlar da vardır. Senelerce büyümeden var olanların yanında çok hızlı büyüyen myomlar da mevcuttur. Myomların gebeliği engelleyip engellemediğine karar vermek bazen zor olmaktadır. Pek çok doktorun büyük bir myom mevcudiyetinde gebe kalıp doğum yapan hastası olmuştur. Benzer olarak senelerce çocuğu olmayıp da miyom ameliyatından sonra gebe kalan hastalar mevcuttur. Miyomlar rahimdeki yerleşme yerlerine, sayılarına, büyüklüklerine göre çok farklı belirtiler verirler, bazen de farkedilmezler ve tesadüfen muayene sırasında varlıkları saptanır. Bu nedenlerden dolayı her kadının kendi durumuna göre bir plan yapmak daha uygun olacaktır. Bir miyomun kısırlık nedeni olup olmadığına karar vermek için dikkatli bir jinekolojik muayene gerekir. Genellikle 5-6 cm boyutlarında olup ta sık kontrollarda büyüme gösteren Miyomlar operasyonla alınmalıdır. Myom olupta gebe kalan kadın sayısı az değildir.

Adet düzeni ve önemi

Üreme çağındaki kadınların çoğunun adet düzeni ortalama 28 günde bir ve 26-32 gün sınırları içinde normal kabul edilir. Adetlerini bu şekilde gören kadınların büyük kısmında doğal yolla veya dışarıdan verilen ilaçlarla yeterli sayıda yumurta gelişmesi beklenen bir sonuçtur. Adet düzeni 32 günden fazla aralıklarla olan kadınlarda, özellikle de 2-3 ay gibi aralıklarla adet görenlerde yumurta gelişmesi çok nadir hale gelebilir. Bazan bu duruma değişik derecelerde tüylenme ve kilo artışı eşlik ederse polikistik over sendromu (pcos) olarak adlandırılır. Bu gibi durumlarda mutlaka ileri araştırma yapılması gerekir. Polikistik overli kadınlarda yumurta gelişmesi için dışarıdan verilecek ilaçlara ihtiyaç olabilir.

Bir de, adetlerini daha sık olarak gören kadınlar vardır; ör: 22-25 günde bir gibi. Bu durumda sık adetin durumu araştırılmalı, eğer herhangi bir neden bulunmuyorsa belirli aralıklarla kontrollar yeterli olacaktır. Bu gibi kadınlarda yumurta gelişmesini değerlendirmek için hormon testleri ve ultrasonografik takip yapılabilir. Eğer yumurta gelişmesi yeterli değilse dışarıdan ilaç tedavisi uygun olabilir.

40 yaş ve üzeri kadınlarda kısırlık:

Hangi nedenle olursa olsun bazı kadınların geç yaşta evlendiği bir gerçektir ve hepsinin çocuk isteği en doğal haklarıdır. 40 yaşından itibaren, hatta bazı çalışmalara göre 37 yaşından itibaren kadınlarda gebe kalma şansı azalmaya başlamaktadır. Bu durumda olan ve çocuk isteyen kadınlarda klasik tedavilerin fazla uzatılmaması daha akıllıca olacaktır. Tüp bebek yöntemleri ile bile gebelik oranları % 10-20 seviyelerindedir.

Yüksek FSH nasıl değerlendirilir:

Kadınlarda adet kanamasının 2-3 günü yapılan FSH ölçümü laboratuar normal üst sınırından fazla ise FSH yükselmesinden bahsedilir. FSH hormonu genellikle 37 yaşından sonra yükselme eğilimi gösterir. Kadınlarda menopoza girmeden yıllar önce (7-10 sene) FSH hormonunda seyrek olarak yükselmeler tesbit edilebilir. Zaman içinde bu yükselmeler daha sık olmaya başlar. FSH yüksekliğinin değeri arttıkça yumurtalıklardan yumurta geliştirme kapasitesinde azalma olabilir. Bu durum ancak ultrason takipleri ile tesbit edilebilir. Eğer yumurta gelişmesinde azalma söz konusu ise dışardan ilaç verilerek çocuk isteyen kadınlarda tedavi yapılabilir. FSH yükselmesi olan kadınlarda gebelik oranlarının biraz daha düşük olabileceği kendilerine anlatılmalıdır. Ayrıca klasik tedavilerle çok uzun süreler vakit kaybedilmemelidir. Bazen yeni evli ve 40 yaş üzeri kadınlarda her şeyin normal olduğu söylenip uzun süre tedavi yapılmadığına şahit oluyoruz.

İnfertilite nedir, dünyada hangi sıklıkta görülür?

Kısırlık, düzenli cinsel ilişkiye ve herhangi bir korunma yöntemi kullanmamaya rağmen 1 yıl içinde çocuk sahibi olamama durumudur. Dünyada çiftlerin yalaşık %10 - %15′i infertilite ile ilgili bir sorunla karşılaşırlar.

İnfertiliteye en çok yol açan sebepler nedir?

Kadında infertiliteye yol açan sebeplerin başında yumurtla ve tüplerler ilgili problemlerin yanı sıra endometriozis gibi nedenler; erkekte infertiliteye yol açan sebepler ise daha çok sperm bozuklukları ile ilgilidir.

Kısırlık tedavisi içi ne zaman başvurmalı?

Çiftler düzenli cinsel ilişkiye ve herhangi bir korunma yöntemi kullanmamaya rağmen 1 yıl içinde çocuk sahibi olamadıkları zaman kısırlık teşhisi ve tedavisi için merkezimize başvurabilirler. Eğer bayan yaşı 30′un üzerindeyse 5 – 6 aylık korunmama sonrası gebelik oluşmaz ise tetkiklerin yapılmasını önermekteyiz. Çünkü gebelik elde etmede bayan yaşı en önemli faktörlerden birisidir.

İnfertilite tedavisi ne kadar başarılıdır?

Kadın yaşı tedavi başarısında oldukça önemlidir. Diğer bir faktör yumurtalığın yumurta üretebilme kapasitesidir. Yaş ne kadar genç ise ve yumurtalık fonksiyonları ne kadar iyi ise, başarı oranı o kadar yüksektir. Genel başarı oranı yerine, bireyselleştirilmiş başarı oranı daha önemlidir.

Başvurudan sonra uygulamaya geçiş süresi ne kadar?

Kadın ve erkeğin ön değerlendirilmesi için kadının adetinin 2. - 3. günü, erkeğinse 3 – 5 günlük cinsel perhiz sonrası dönem idealdir. Bu dönemde gerekli hormon tetkikleri, muayene, ultrasonografi ve bulaşıcı hastalıklar ile tetkikler yapılır. Adet bitiminden sonraki ilk hafta içinde de gerekirse rahim içi değerlendirilir. Daha sonra çift için en uygun tedavi yöntemine karar verilir.

İlk tüp bebek işleminde hamile kalamayan bir çift ne kadar sonra tekrar tüp bebek uygulaması deneyebilir?

İki tüp bebek uygulaması arasında en az 3 aylık bir süre geçmelidir.

Aşılama en fazla kaç kere yapılabilir?

Aşılama ile ilgili kesin bir sınırlama yoktur fakat 5 – 6 uygulamadan sonra hamilelik elde edilmiyorsa daha ileri yöntemlerin denenmesinde fayda vardır.

Tüp bebek en fazla kaç kere yapılabilir?

Çiftin manevi ve maddi gücü elverdiği ölçüde tüp bebek uygulanabilir.

Hamilelik ne zaman anlaşılır?

Hamilelik embryo transferini takip eden 12. gün kanda yapılan gebelik testi sonucu anlaşılır .

Çoğul gebelik olma ihtimali daha mı çoktur?

Gebelik ihtimalini arttırmak amacıyla anne rahmine 3 embriyoya kadar transfer edilebildiği için, çoğul gebelik ihtimali daha çoktur.

Dış gebelik nedir?

Dış gebelik rahim dışında, genelde fallop tüplerinin birinde başlar. Dış gebelik ihtimali %1 gibi nadir bir ihtimaldir. Genellikle tüplerine zarar gelmiş kadınlarda görülür. Ağrıyla beraber vajinal kanama gibi belirtileri olabilir. Dış gebelik tüpün patlamasına ve karın içine kanamaya neden olabilir. Dış gebelik genellikle cerrahi müdahale ile alınır. Erken dönemde saptanırsa, tıbbi (ilaç) tedavi şansı denenebilir.

Tüp bebek uygulaması ile anormal bebek doğma riski nedir?

Normal yoldan bebek doğurmak ile arasında bir fark yoktur .

Sperm örneği evden veya dışarıdan getirilirse risk oluşur mu?

Normal şartlarda merkezimizde hazırlanmış olan özel bir odada sperm örneği verilmelidir. Çok zorunlu hallerde örnek evden getirilecek ise 20 dakikayı aşmayacak bir sürede merkeze ulaştırılmalıdır .

Polikistik over sendromu nedir?

Polikistik over sendromu en sık 30 yaş altı kadınlarda görülen bir çeşit yumurtlama bozukluğudur. Adet düzensizliği, aşırı kıllanma, şişmanlık, sivilce gelişmesi ve kısırlık gibi belirtileri vardır. Bazen kilo vermek bile hastalığın şiddetini azaltabilir. Polikistik over sendromu olan kadınlar gebe kalmak için genelde tedavi olurlar.

Endometriozis nedir?

Endometriozis rahim iç tabakasında bulunan ve her ay adet kanaması şeklinde dışarıya dökülen endometriumun vücutta rahim dışında bir yere yerleşmesi olarak tanımlanır. Genellikle yumurtalıklarda, tüplerde ve diğer pelvik organlarda bulunur. Rahim dışındaki bu endometriozis odakları ağrı ve kısırlık gibi problemlere neden olabilmektedir .

Dondurulmuş embryo ile yeni embryo kullanma arasındaki fark ne?

Dondurulmuş embryonun transferi hastaya ekonomik ve psikolojik avantajlar sağlar. Ancak dondurulmuş embryo transferi ile gebelik şansı taze embryoya göre daha azdır .

Tüp bebek uygulaması ile bebeğin cinsiyetini seçmek mümkün mü?

Embryo transferi öncesi uygulanan preimplantasyon genetik tanı (PGD) yöntemi ile embryonun cinsiyetini belirlemek ve istenen cinsiyetteki embryoları transfer etmek mümkündür ancak bu yönetmelikler ile yasaklanmıştır. Ancak cinsiyet gözeten hastalıklarda (örn; hemofili) uygulanabilir. (Tıbbi gereklilikler varsa)

Tüp bebek uygulamasında yaş sınırı var mı?

Tüp bebek uygulamasında yaş sınırı 45′tir. Unutulmamalıdır ki, yaş arttıkça tüp bebek uygulamasının başarısı ve bebek sahibi olma ihtimali düşmektedir.

Tüp bebek tedavisi ne kadar sürer?

Tüp bebek tedavisi yaklaşık 2 ila 3 hafta civarında sürer. Hastanın bu süre zarfında devamlı merkezimizde kalmasına gerek yoktur. Yumurtaların gelişimi sırasında hastanın gün aşırı merkezimize gelip kan tahlili yaptırması ve ultrasona girmesi gerekir.

Tüp bebek tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mı?

Genel sağlık üzerine önemli yan etkileri yoktur. Ancak, yumurtlama tedavisi esnasında, tedaviye aşırı cevap verilen durumlarda (OHSS; Ovaryen Hiperstimülasyon Sendromu) karın içinde sıvı birikimine ve yumurtalıkların aşırı büyümesine neden olabilir.

Mikroenjeksiyonun tüp bebekten farkı ne?

Mikroenjeksiyon ve tüp bebek yöntemlerinde çiftler üzerinde uygulananlar aynıdır, aralarındaki tek fark yumurtanın döllenme şeklindedir. Tüp bebek uygulamasında kadından alınan yumurtaların çevresine bir miktar sperm bırakılır ve döllenmenin olması beklenir. Mikroenjeksiyon uygulamasında spermler tek tek tutulur ve yumurtanın içine yerleştirilir. Mikroenjeksiyon yöntemi daha çok erkek kısırlığında tercih edilir .

Transfer edilen embriyoların iyi kalitede olmasına rağmen tutunamama sebebi nedir?

İyi kalitedeki embriyo, genetik olarak normal embriyo olabilme şansını arttırır. Ancak kesin kriter değildir. Embriyo dışında, rahim ile ilgili ve bugün birçoğunu net olarak bilemediğimiz faktörlerden olabilir.

Gebelik öncesi genetik tanı (preimplantasyon genetik tanı pgt) nedir?

Preimplantasyon genetik tanı embriyolardan bir veya iki hücre alınması ve bu hücrelerde özel genetik analizler uygulanarak seçilen genetik olarak sağlıklı embryoların ana rahmine transfer edilmesi işlemidir .

Yumurtaların uyarılması tedavisi ile yumurtalık kanseri riski artar mı?

Yapılmış olan hiçbir araştırmada yumurtaların uyarılmasını sağlayan ilaçlar ile yumurtalık kanseri arasında bir ilişkiye rastlanmamıştır. Ailesinde yumurtalık kanseri olan kadınlarda riskin daha fazla olduğu; gebelik, emzirme ve doğum kontrol hapı kullanımının riski azalttığı bilinmektedir .

Tüp bebek tedavisi sonrası doğan bebeklerin sağlığı ile ilgili riskleri var mıdır?

Normal gebelik sonrası doğan bir bebekle tüp bebek tedavisi sonrası doğan bir bebek arasında sağlık açısından bir fark yoktur .

Aşılama her infertil çift için uygun mudur?

Aşılama yöntemi her infertil çift için uygun bir yöntem değildir. Aşılama; erkeğin sperm üretme becerisi düşük olduğunda ya da spermlerin rahim ağzını geçemediği veya kadının bağışıklık sisteminin spermleri öldürdüğü durumlarda uygulanır. Kadın tüplerinden birinin açık olması gerekir .

Emzirme Teknikleri

EMZİRMEDE DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR VE EMZİRME TEKNİKLERİ:

Bebeğe verilecek en iyi besin anne sütüdür. Anne sütü ilk altı ay boyunca bebeğin gelişiminde gerekli olan tüm besinleri karşılar. Emzirme bebeğin beslenmesi dışında, ruhsal yönleri de olan bir durumdur.

BEBEK İLK OLARAK NE ZAMAN EMZİRİLMELİDİR?

Bebek doğduktan sonra bir saat içinde uyanık bir haldedir. Bu yüzden bu süre içinde bebeğe anne memesinin verilmesi gereklidir. Yani bebek ilk yarım saat içinde emzirilmelidir. Bu şekilde hem bebeğimiz beslenecektir hem de annede yeni süt yapımı sağlanmış olacaktır. Bilindiğinin aksine anne sütünün yetmezliği söz konusu değildir. Fakat yapılan hatalardan sonra süt azalabilir. Her bebek emmeyi bilerek doğar. Anneler de doğru emzirme yöntemlerini uygularlarsa bebekleri için en değerli olan besin olan anne sütünden bebeklerini mahrum bırakmazlar. Peki emzirirken nelere dikkat etmeliyiz?

EMZİRMEDE DİKKAT EDİLECEK NOKTALAR ŞUNLARDIR:

Emzirme işleminden önce eller güzelce yıkanmalıdır.

Anne rahat bir yerde ve pozisyonda oturmalıdır.

Meme başı kaynamış ılık su ile silinmelidir.

Bebeğin altı temiz olmalıdır.

Bebeğe meme verildikten sonra meme başı hafifçe bastırılarak burun açık tutulmalıdır.

Emme işlemi sırasında meme başı ve meme başı çevresindeki koyu bölgenin büyük bir kısmı bebeğin ağzında olmalıdır.

Her emzirme işleminde her iki meme de boşaltılmalıdır. 10-15 dakikalık emzirme bir memeyi boşaltmaya yeterlidir. Ancak anne memesinde kalma süresi bebeğe bırakılmalıdır.

Bebek erken doğmuşsa meme tutması ve emmesi iyi değilse kalan süt sağılarak boşaltılmalıdır. Memede kalan süt oluşacak olan sütü de engeller.

Anne bu dönemde stresten uzak durmalıdır. Kendisini yoracak şeylerden kaçınmalıdır. Sulu gıdalar tüketmelidir.

İlaç kullanımına dikkat etmelidir. Kullanılacak ilacın içinde bebeğe zararlı maddeler var ise ilaç kullanılmamalıdır.

Bebek yeni doğduğunda ortalama olarak günde 8- 12 defa emzirilir. Daha sonra ise bu 6- 8 defa olabilir.

Bebek her canı istediğinde sık olarak istediği sürece emzirilmelidir.

Emzirme işlemi bittikten sonra bebek dik olarak annenin omzuna yatırılmalı ve sırtına hafif masaj yapılarak tüm gazı çıkarılmalıdır.

BEBEK EMZİRİRKEN NASIL TUTULMALI?

Emzirme işlemi sırasında bebeğinizi değişik şekillerde kucaklayabilirsiniz. Burada önemli olan nokta bebek memeye yakın olmalı ve memeye ulaşmak için fazla çaba göstermemelidir. Vücudu tamamen anneye dönük ve aynı düzlemde olmalıdır.

KUCAK POZİSYONU: Kucağınıza koyduğunuz yastık üzerine bebeğinizi yatırın. Başını kolunuzla kaldırarak poposunu elinizle destekleyin.
Bebeğinizin vücudu tamamen size dönük olsun.

TERS KUCAK POZİSYONU: Prematüre veya kavrama sorunu yaşayan bebekler için uygundur. Bu pozisyonla bebeğinizin başını kontrolünüz daha kolay olur. Bebek göğsünüze daha kolay yaklaşır. Bebeğin karnını karnınıza çevirin ve elinizle başını, ensesini ve omuzlarını kavrayın. Diğer elinizle göğsünüzü tutun.

KOLTUK ALTI POZİSYONU: ikiz doğumlarda ve büyük göğüslü annelerde, düz çökük meme başı ve kavrama güçlüğü yaşayan bebekler için uygundur. Sezeryandan sonra da rahatlıkla kullanılabilecek bir yöntemdir. Bebeğinizin vücudunu koltuk altına yerleştirerek başını ve ensesini elinizle destekleyin. Ayakları ve poposu arkanıza bakmalıdır. Diğer elinizi de göğsünüzü desteklemek için kullanın. Bebeğinizi göğsünüze yaklaştırarak göğüs ucunuzu kavramasını sağlayın.

YATMA POZİSYONU: Bebeğin yüzü ve bedeni size dönük olmalıdır.

Göğüs ucu yaraları için öneri: Ayva çekirdeğini çıkarıp az suda jel haline getirdikten sonra yaralı göğüs uçlarına sürün. Bu işlemi birkaç kez tekrarladıktan sonra yaraların iyileştiğini göreceksiniz.

Cilt Bakımı Nasıl Yapılmalıdır?

Normal olarak gençlikte herkesin cildi güzeldir; önemli olan, cildin güzelliğini sağlayan diriliği, pürüzsüzlüğü, tazeliği ileri yaşlarda da olabildiğince sürdürebil­mektir. Bu olanaksız bir şey değildir. Doğru yürütülen sistemli bir bakım programı kişinin kırkından sonra bile kırışıksız, canlı bir deriye sahip olmasını sağlar.

Göz, ne kadar “ruhun aynası” ise aslında deri de öylesine ruhun aynasıdır. En küçük bir içsıkıntısı derhal deride kendini belli eder, dışa vurur. Deri canlı bir organizmadır, yani solur, hava alır, kendi kendini yeniler. Bu yenilenme yirmi yedi günde bir gerçekleşir, normal olarak günde on gram eski deri atılır. Ancak yirmi beş yaşından sonra yenilenen deri hücreleri gittikçe azalır; nemlemenin eksikği oranında kuruma ve sertleşme artar, ilk kırışıklıklar kendini gösterir.

Anlaşılacağı üzere yenilenme ile derinin soluması, hava alması arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bu ise cildin yeterince nemli olmasına bağlı olan bir şeydir. Fazla güneş, kuru kalorifer havası ya da tam tersine fazla soğuk hava ve fazla su gerekli nemlenme düzeyinin üstüne çıkıldığı ya da altında kalındığı için derinin kurumasına yolaçar.

ciltbakimiAncak derinin kuruması salt nem düzeyindeki bozukluktan ileri gelen bir şey değildir. Hava kirliliğinin ve pisliğin de rolü önemlidir. Bu dış etkenlerin yanısıra ruhsal gerginlik (stres), uykusuzluk, hare­ketsizlik ve kötü beslenme gibi etkenler de cildin bozulmasında çok etkili olurlar.

Cilt bozucu bu etkenlerin sayılması bile cilt bakımında nelere dikkat etmek gerek­tiği konusunda bir ilk fikir veribilir.

Kısaca toparlarsa, cildin kendi kendini yenileme yetisinin olabildiğince uzun süre yaşaması­na yardımcı olabilmek için hava almasını sağlamak, olabildiğince hava kirliliğinden uzak yerlerde bulunmak, hiç değilse tatillerde temiz havalı yerlere gitmek ve en önemlisi bütün gövdeye temiz hava aldırmak en basit ve temel cilt bakım kuralıdır. Ancak deriye bol ve temiz oksijen aldırmaya çalışırken güneşte ku­rutmak, yahut rüzgârda kavurmak da cildin pul pul kabarmasına, kurumasına, katılaşmasına neden olur. Bunun önüne geçmek için cildin bir yandan temiz oksijen alırken öbür yandan keskin güneş ya da sert rüzgâr altında nem kaybına uğraması­nı önleyici nemlendirici kremler sürmek gerekli ve yeterli bir önlemdir. Krem deriye kalınca bir tabaka halinde sürülmeli ve on-onbeş dakika derinin kremi emmesi beklenmelidir.

Pisliğin de cilt üzerinde olumsuz etkisine değinmiştik. Bu bakımdan kişinin temizliğine dikkat etmesi, ve temiz bir ortamda olsa bile sırf terlemeyle cilt gözeneklerinin tıkanacığını, bunun da derinin solumasını, hava almasını zorlaştı­racağını bilerek gece yatmadan önce ve sabah kattıktan sonra elini yüzünü yıka­ması gerekir. Buna karşılık deriyi temiz tutmak amacıyla her gün duş yapmak da doğru değildir, çünkü yıkanmanın fazlası da bu kez gerekli nemlilik oranının üstüne çıkılmasına, hatta derinin koruyucu taba­kasının tahriş olmasına yolaçarak istenen sonucun tam tersini verir. En iyisi kişinin kirlenme durumuna göre iki, üç günde bir kısa, hafif bir duş alması ve / ya da haftada bir tam bir banyo yapmasıdır.

Banyo sırasında deriyi yumuşakça fırçalamak da ölü deri tabakasının atılmasını, gözeneklerin açılmasını ve kan dolaşımının hızlanmasını sağladığı ve bütün bunlar derinin hava almasını kolaylaştırdığı, aldığı oksijeni arttırdığı için oldukça yararlı bir yöntemdir. Deriyi fırçalamak üzere kese ya da lif en iyisidir. Sabunlanırken derinin tahriş olmaması için sabunbezi ya da yapay sünger yerine doğal sünger kullanmak tercih edilmelidir. Ancak kese ve fırçayı yüze sürmeyip yalnızca gövdede kullanmak, ayak topuk­ları için (ve yalnız orası için) ponzataşından yararlanmak gerektiğini, ılık suyla duşun ise sinirleri yatıştırıp, ruhu dinlendirdiğini, soğuk suyla duşun ise deriyi diriltip gerdiğini, düzleştirdiğini dolayısıyla ılık suyla başlayan bir duşu mutlaka bir iki saniye için bile olsa soğuk suyla sona erdirmenin her bakımdan çok yerinde ol­duğunu akılda tutmak yararlı olacaktır.

Bütün bunlara masaj ve jimnastik de eklenebilir. Ancak bunların her ikisinin de asıl amacı cilt güzelliği değildir, o bir yan sonuçtur. Ancak şu kadarına işaret edelim ki cilt sağlığı, güzelliği iyi bir kan dolaşımı ile yakından ilgilidir. İşte masaj ve jimnastik de bu kan dolaşımını hızlandır­maya yardımcı olarak cildin güzelleşmesi­ne katkıda bulunurlar. Kremi daire hareketleriyle vücuda yedirerek sürmek de aynı işlevi görür.

Buraya dek yazdıklarımızdan da anla­şılacağı gibi en basit bir cilt bakımı bile aslında hiç de o kadar basit değildir ve bilinçli, ölçülü bir davranışı gerektirir. Öte yandan her cilt birbirine benzemez, değişik cilt çeşitleri vardır, dolayısıyla bunların bakımı da farklılık gösterir. Bu nedenle kişinin kendi cildinin hangi türe girdiğini doğru saptaması ve cildinin türüne göre bir bakım programı uygulaması zorunludur.

Aksi takdirde yanlış uygulanacak bir cilt bakımı “bakım” olmaktan çıkar ve yalnızca zarar verir. Cilt bakımının yukarıda sergilenen herkese ortak ve temel ilkelerinin yanısıra kişinin yaşına, derinin yağlılık durumuna, deri bölgelerine göre değişen ilkeleri, kuralları vardır. Burdan itibaren deri bakımını bu özel yanlarıyla göreceğiz.

Yaş Durumu
Deri altındaki yağ bezleri çocukluk döneminde belli belirsiz denecek kadar az yağ salgılarlar. Bu nedenle çok sık yıkanmak, fazla sabun kullanmak derinin tahrişine yolaçabilir. Yaşlılık sırasında da yağlanma yeniden azalır, özellikle kollarda ve bacaklarda derinin kuruması yaşın ilerlemesiyle birlikte oldukça hızlanabilir. Yıkanırken bu noktayı gözönünde tutmak, gerekmedikçe sabun kullanmaktan kaçınmak, soğuk suyu tercih etmek yararlı olur.

Bebek Beslenmesi

Sağlıklı bireyler, sağlıklı toplumları oluşturur. Bu yüzden bebeklerimizin beslenmelerinde dikkatli ve titiz davranmalıyız. Onlar için sağlıklı, taze ve dengeli bir beslenme düzeni oluşturmalıyız.

Bebeğimiz dokuz ay boyunca bizimle beraber yaşamış, vücudumuzda bizimle beraber var olmuş, bizden beslenmiş, kalbi bizimle birlikte atmış, kendini bizimle birlikte güvende hissetmiştir. Doğumdan sonra da ona güvenli bir ortam sağlamak bizim sorumluluğumuzdadır. Bu güvenin devamını sağlayan ise anne sütüdür. Çünkü anne sütü ile beslenme anne ile bebeği doğum öncesi kadar birbirine yaklaştırırken diğer taraftan da dünyanın en zahmetsiz, en temiz, en değerli besiniyle bebeği buluşturur. Yani elimizden geldiğince, vücudumuz bu mucizeyi yaratmaya devam ettikçe bebeğimizi bundan mahrum etmemeliyiz. Özellikle ilk dört ay bebeğimizi anne sütü ile beslemeliyiz. Anne sütü yoksa veya yetersizse anne sütüne yakın bir biberon maması kullanılmalıdır.

Peki anne sütünü nasıl vermeliyiz?

Bebeğimiz ağladıkça ve acıktıkça onu besleyebiliriz. İlk dört ay sadece anne sütü verilmelidir. Dördüncü aydan sonra anne sütüne ilave olarak meyve suları ve meyve püreleri başlayabiliriz. ( Günde bir öğün verilebilir.) anne sütü yetersiz kalıyorsa hazır mamalardan kullanılabilir.

Beşinci ayda anne sütünün yanında hazır mama (Günde iki öğün), mevsim meyvelerinden meyve püresi, öğle öğününde bir-iki yemek kaşığı sebze çorbası, ikindi öğününde yoğurt, gece yatmadan önce de muhallebi verilebilir. Verilecek yoğurdun pastörize sütten mayalanmasına ve taze olmasına dikkat edilmelidir.

Altıncı ayda anne sütünün yanında hazır mama, bir öğün meyve püresi, bir öğün sebze püresi, bir öğün yoğurt, bir öğün de muhallebi verilebilir.

Yedinci ayda bebeğimize kahvaltı vermeye başlayabiliriz. Akşamdan suda bekletilmek suretiyle tuzu alınmış peynir, haşlanmış yumurta, reçel öncelikle hazır mama içinde ezilerek, bebeğimiz bu karışıma alıştıktan sonra da ayrı ayrı verilebilir.

Sekizinci ayda eti köfte, tam yumurta, makarna, pilav, ekmek gibi karbonhidratlı yiyeceklere başlanır.

Dokuz ile on birinci aylarda bebeğimiz artık bazı yiyecekleri ısırarak yiyebilir. Balık ve tavuk eti yiyebilir. Bebeğimizin eline kaşık verme zamanı da gelmiştir.
On ikinci ayda öğünler biraz daha zenginleştirilmelidir. Öğle yemeğinde etli sebze yemeği veya sebze püresi veya bir köfte ve makarna; ikindi yoğurt, meyve püresi, ekmek veya iki adet bisküvi, sütlaç veya muhallebi; akşam çorba, sebze yemeği, makarna veya pilav, yoğurt verilebilir.
Bütün bu aylar boyunca anne sütünü bebeğimizden mahrum etmeyelim. Sağlıklı ve mutlu bireyler yarınlarda bizimle olsun.

Bebeklerin, doğumdan itibaren hatta anne karnındaki beslenmesi, gelecekteki sağlığının ve yapısının temellerini oluşturur. Bebeğinize, bu dönemden itibaren sağlıklı beslenme alışkanlığı verebilirsiniz ve bebeğinizin geleceği için sağlıklı yatırım yapmış olursunuz. Bir bebeğin en önemli beslenme süreci doğumdan sonraki ilk 2 yıllık süredir. Bu sürecin ilk 6 aylık döneminde sadece anne sütü verilerek bebeğin doğal, mucizevi, koruyucu ve besleyici besinden yararlanması sağlanmalıdır. Daha sonra anne sütü devam ederken ek gıdalarda tamamlayıcı besinlere geçilir. Bir bebek dengeli bir beslenmeyle aşağı yukarı 9.-10. ayda aile sofrasına oturabilmeli ve oradan bazı yiyecekleri paylaşabilmelidir. Ancak ailenin beslenme düzeninin de gözden geçirilmesi gerekir.

bebek-beslenmesi1Yemeklerin hazırlanış şekli, kullanılan malzemelerin doğallığı, tazeliği, temizliği, besleyici değerleri, bebeğe sunuluş şekli ve bebek tarafından kabul edilebilir olması çok önemlidir. Bebeğin sofradan beslenebilmesi için öncelikle ailenin beslenme alışkanlıklarının değerlendirilmesi ve yanlış alışkanlıkların düzeltilmesi gerekir. Bebeğin sağlıklı beslenebilmesi için sadece yedikleri değil ruhsal dururumu, zihinsel performansı, gelecekteki okul başarısı, konuşma performansı ve yürüme performansı gibi özelliklerde bir bütün olarak ele alınmalıdır. Örneğin ailede bir ölüm ya da ayrılık yaşanmışsa çocuğun bundan en az şekilde etkilenmesi için ne yapılması gerektiğini de konuşmak gerekir.
Çünkü bu tarz olaylar bebeğin yaşamında önemli yer tutar ve onun gelecekteki hayatını etkileyebilir.

Bazen hiç sebebi yokken çocuğunuzun iştahsız olduğunu veya kendini kilitlediğini görebilirsiniz. Bu durumlarda bebekle tartışmaya girmemek çok önemlidir. Bir bebek büyütülürken sadece o andaki kilo-boy performansı değil erişkin yaşlara ulaştığında organ-sistem sağlığının en iyisi olması hedeflenmelidir. Bebeklikten başlayarak iyi bir beslenme ile gelecekte kalp ve damar hastalıkları, tansiyon yüksekliği, obezite, kanser gibi birçok hastalık önlenebilir. Sağlıklı ve mutlu bireyler yetiştirilebilmesi için doğumdan itibaren beslenmeye büyük önem verilmelidir.

UYUZ (Scabies)

Küçücük bir canlı 2.500 yıldır insan cildine zarar vermektedir.Fark edilmesi oldukça zordur ve deride şiddetli bir kaşıntıya sebep olur.Her yıl dünyada 300 milyondan fazla uyuz vakasının meydana geldiği bilinmektedir. Hastalık herhangi bir nesilde veya çağda kişisel hijyene rağmen ortaya çıkabilir.

UYUZ NASIL İLERLER?

Uyuz insan gözüyle görülemeyen mikroskobik bir canlının sebep olduğu bir hastalıktır.Küçük, yuvarlak vücutlu ve 8 bacaklı olup deride yuva yapar ve alerjik bir reaksiyona sebep olur.Bunun sonucunda çok acı veren, şiddetli bir kaşıntı olur ve hasta bütün gece uyuyamaz.Uyuz herhangi bir kişiden başkasına( bir çocuk, bir arkadaş, bir aile ferdi olabilir) yakın temastan dolayı geçebilir.Uyuz, daha çok gelir seviyesi düşük ailelerde, ihmal edilen çocuklarda veya bağışıklığı zayıf olan kişilerde rastlanır.

Isı ve kokunun cezbettiği canlı;yuva yapmak, yumurtalarını bırakmak ve dışkısını atmak için üst deri içerisinde tüneller açar.Kurtçuk yumurtadan çıkar ve derinin yüzeyine doğru hareket eder.Yetişkin canlılara dönüşmek için deri yüzeyindeki epidermis tabakası içinde yaşar.Vücuda yayılmadan bir ay geçebilir, kişi bu süre içinde sadece kaşıntı hissedebilir.

UYUZU NASIL TANIRIZ?

Uyuzun en erken ve en yaygın belirtisi özellikle geceleri ortaya çıkan kaşıntıdır.Erken ortaya çıkan uyuzda küçük kırmızı kabarcıklar ve sivilceler görülür.Daha ilerlemiş vakalarda deri kabuklu ve pullu olabilir.Uyuz çoğunlukla vücudun kıvrım ve çatlaklarında başlar,özellikle parmaklar arasında, dirsek ve bileklerde, kalça ve kemer hizasında, kadınlarda meme başında, erkeklerde cinsel organda görülebilir.Bileziklerin, yüzüklerin altındaki deride saklanırlar veya tırnakların altında görülebilirler.Çocuklarda daha çok genel bir kaşıntı vardır.Avuç içi,taban ve saç derisini tutmaksızın bütün vücuda yayılabilir.Kişi bütün gece kaşıntıdan dolayı uykusunu kaybettiği için yorgun ve sinirli olabilir.Uyuzla birlikte bakteriyel enfeksiyon da görülebilir.Çocuklarda, uyuz çoğu zaman özellikle enfeksiyonlarla beraber olabilir.Bakteriyel enfeksiyonlar öncelikle tedavi edilmelidir.Uyuz tedavisi bilahare yapılır.Eğer uyuz tamamen tedavi edilmezse belirli bir süre sonra tekrar ortaya çıkar.

KABUKLANMA VE NORVEÇ UYUZU

Kabuklanmış uyuz; yakınmaların daha yoğun ve döküntülerin yaygın olduğu bir klinik tablodur.Eller ve ayaklar da dahil vücudun geniş bölgelerinde görülebilir.Bu kabuklarda binlerce uyuz paraziti ve onların yumurtaları saklanır, bu da yapılan tedaviyi zorlaştırır.Çünkü direkt deriye uygulanan medikasyonlar kalınlaşan deriye etkimeyebilir.Uyuzun bu çeşidi AİDS ve kanser gibi bağışıklık sistemi zayıf hastalarda en çok meydana gelen tipidir.Bu durum oldukça bulaşıcıdır.

KESİN TANI

Uyuz çoğu zaman dermatologlar tarafından teşhis edilir.Tüm vücudun sıkı bir incelenmesi gerekir.Eğer dermatolog teşhis koyamıyorsa, basit ve ağrısız bir test yapabilir.Test; şüphe duyulan yer üzerine steril mineral yağdan bir damla damlatılması suretiyle yapılır.Gerilmiş üst deriden bistüri ile küçük bir parça alınır.Bu parça mikroskobla incelenir.Teşhis;uyuz mikroplarının ve yumurtalarının bulunması ile konulmuş olur.Lüzümu halinde deri biopsisi ile de tanı konulabilir.

EN ÇOK TEHLİKEDE OLANLAR KİMLERDİR?

Uyuz etkeni zengin veya fakir, genç veya yaşlı herkese bulaşabilir.Uyuz, en çok birbiriyle yakın fiziksel temasta bulunanlarda, özellikle çocuklarda, emziren annelerde ve yaşlı insanlarda görülür.
Çalışan ailelerin 2 yaşın altındaki çocuklarında risk fazladır.Onları anneler ve daha büyük kardeşler ve sonrada yakın temasta bulundukları diğer aile fertleri izler.Bununla birlikte askerler ve erkek mahkumlar, yaşam şartlarından dolayı hastalıktan çabuk etkilenirler.Huzur ve bakım evinde kalan yaşlı kişiler de uyuza kolayca yakalanabilirler.Çünkü;

1-Bağışıklık sistemleri zayıftır.,
2-Elbise değiştirmeleri , banyo yapmaları , giysilerini ve kendilerini temizlemeleri zordur.
3-Yaşlılarda farklı hastalıkların da bulunmasından dolayı ayırıcı tanı güç olabilir.

TEDAVİ

Uyuzdan;reçeteyle yazılan %5’lik permethrin kremiyle uygulanan tedavi sonucu kolay ve çabuk bir şekilde kurtulunabilir.Bu krem yatarken tüm vücut derisine sürülür ve ertesi günün sabahı yıkanır.Kremin serin yerde muhafaza edilmesi, kuru cilde sürülmesi ve ciltte 8-14 saat kalması tavsiye edilir.Tedaviden sonra yeni belirtiler ortaya çıkarsa bir hafta aradan sonra ikinci bir tedavi daha önerilebilir.
Bir başka tedavi ise %1’lik lindane'dir.Lindane; bebeklerde, küçük çocuklarda, hamile ve emziren kadınlarda, felçli kişilerde ve diğer nörolojik hastalıkları olan kişilerde kullanılmamalıdır.
Grup veya aile içindeki her birey kaşıntı olsun veya olmasın tedavi edilmelidir.Risk altında bulunan toplumun hepsi, bir uyuz salgınını engellemek açısından tedavi edilebilir.
Bir ailede bulunan bütün bireyler eş zamanlı olarak tedavi edilmelidir.Toplu olarak ortaya çıkan uyuz vakaları sık denetlemelerle kontrol altına alınabilir.En etkili yol ise bütün hastaları ve personeli aynı anda tedavi etmektir.

UYUZ OLDUĞUNUZDA NE YAPABİLİRSİNİZ?

Tedaviye başlamak için en kısa sürede bir dermatoloğa görünün. Unutmayın;parazitlerden ne kadar rahatsız olursanız olun, uyuz sizin kişisel temizliğinizin bir yansıması değildir.
* Elbiselerinizi, yatak örtülerini ve havluları sıcak suda yıkayın ve makineyle kurutup kızgın ütüden geçirin.
* Bütün evi elektrikli süpürgeyle temizleyin ve torbasını güvenli bir yere atın.

NE YAPMAMALIYIZ?

* Kesinlikle evde yapılan ilaçları denemeyin.Çamaşır deterjanı kullanmayın.
* Kortizonlu merhemler ve dermatologlar tarafından önerilmeyen kremleri asla kullanmayın.

KAYNAKLAR

1. AAD , 1997 , Patient Education Pamplet

2. Manual of Dermatologic Therapeutics , 2001, Kenneth A. Arndt

HAZIRLAYANLAR

Derya FİDAN ve Dr. Celalettin R. ÇELEBİ

Dermatit

Dermatit ve Egzama eş anlamlıdır. Dermatit, "-it" veya "-itis" eki ile türemiş diğer sözcükler gibi, derinin inflamasyonu olarak çevrilebilir. Ancak, derinin tüm tabakalarının inflamasyonu anlamına gelmez. Dermatit, epidermis ve üst dermisin inflamasyonudur. Bir başka deyişle, epidermis ve üst dermisin zararlı sayılan bir uyarana karşı verdiği yanıttır.
Bu tanımdan da anlaşılacağı gibi, uyaranın gerçekten zararlı olması gerekmez. Bu tepki, uyaranı etkisizleştirmek üzere verilir. En basit inflamasyon, histopatolojik olarak üç temel değişiklikten oluşur: vazodilatasyon, ödem ve lökosit infiltrasyonu. Dermatitlerde bu temel değişiklikler, üst dermisde vazodilatasyon ve ödem, epidermisde hücreler arası ödem, üst dermisde damarlar çevresinde lökosit infiltrasyonu ve bu lökositlerin epidermis içine girmesi ile sonuçlanır .

Epidermisde hücreler arasında biriken sıvı, hücreleri birbirinden uzaklaştırır ve sonuçta epidermis içinde küçük, yuvarlak su toplulukları oluşur. Bir süngerin yapısındaki havalı bölümcüklere benzediği için, bu görünüme "sponjioz" denir. Sponjiozun klinik yansıması, Egzama ların ana elemanter lezyonu olan veziküllerdir. Akut Egzama da, eritemli ve ödemli bir zeminde çok sayıda vezikül görülür. Veziküller, bazan büyüyerek veya birleşerek büller oluşturabilir. Yunanca olan Egzama sözcüğü, "kaynama" olarak çevrilebilir. Egzama da deri yüzeyindeki veziküller, kanayan bir suyun fokurdamasını andırır . Egzama da veziküllerin tavanı birkaç kat epidermis hücresinden oluştuğu ve hücreler arası bağlantılar ödemden dolayı zayıfladığı için, veziküller kolaylıkla açılır, küçük küçük erozyonlar ve sulantı gelişir. Deriden su sızması, ağlamaya benzetildiği için, İngilizcede "weeping" olarak adlandırılır.Egzama sözcüğü halk arasında da yaygın olarak kullanılan bir sözcüktür.

Bununla birlikte, Egzama daki küçük su dolu kabarcıkların mayalanan bir hamurda oluşan küçük hava kabarcıklarına benzemesini vurguladığı için, Egzama sözcüğünün Türkçe sözlük karşılığı olan "mayasıl" sözcüğünü de anımsamakta yarar vardır. Zamanla veziküller kurur ve soyulma başlar. Subakut Egzama da, hafif eritemli bir zeminde çok sayıda skuam ve krut görülür . Skuamlar, özellikle lezyonun kenar kısımlarında, küçük (birkaç mm, hatta bir mm'den daha küçük) halkalar biçimindedir. Bu skuamlar, ilkokul önlüklerine takılan beyaz yakalara benzetilerek, "yakacık" skuam olarak adlandırılır . Krutlar, skuamlar gibi, çoğunlukla çok küçüktür. Bir bölgede toplu iğne başı büyüklüğünde, hatta toplu iğne ucu ile delinme sonrası oluşmuş gibi çok sayıda krut varsa, ilk olarak Egzama akla getirilmelidir . Ortası krut gibi sarı-kahverengi ve yapışık, kenarları skuam gibi beyaz ve kalkık elemanlar, skuam-krut olarak adlandırılır ve Egzama için oldukça özgündür . Zamanla deri kalınlaşmaya başlar. Kronik Egzama da, likenifikasyon ve/veya hiperkeratoz görülür. Likenifikasyon, stratum spinozumun kalınlaşması sonucu oluşan, üzerinde deri çizgilerinin derinleşmiş ve derinin kıvamının kabalaşmış olduğu bir plaktır . Hiperkeratoz derin fissürlere yol açabilir. Kronik Egzama plaklarında yer yer veziküller, yakacık skuamlar ve küçük krutlar görülebilir. Kronik Egzama da zaman zaman sulantılı dönemler olabilir. Egzama her dönemde genellikle kaşıntılıdır. Kaşıntı kaşımayı uyarır. Bir bölgeyi sürekli kaşıma deriyi kalınlaştırır. Bu nedenle, likenifikasyon kronik Egzama nın yanı sıra uzun süreli kaşımayı da çağrıştırmalıdır. Egzama yı başlatan uyaranlar çok çeşitlidir. Dıştan veya içten gelebilir ("ekzojen Egzama " veya "endojen Egzama "). Dış uyaranlar, kimyasal maddeler veya mikroorganizmalar olabilir. Bilindiği gibi, bazı virusların karaciğerde oluşturduğu inflamasyonlar hepatit olarak adlandırılır. Öte yandan, bazı mantarların deride oluşturduğu yüzeyel inflamasyonlar, her ne kadar dermatit olarak adlandırılmazlarsa da, klinik olarak genellikle akut, subakut veya kronik Egzama gösterirler. Bu nedenle, klinik olarak hemen hemen her Egzama tanısı konduğunda yapılması gereken ilk işlem, yüzeyel mantar hastalıklarını dışlamak için, KOH preparasyonu yapmak olmalıdır.

KONTAKT DERMATİT Kontakt dermatit, deriye değen bir kimyasal maddenin toksik (irritan) ya da allerjik mekanizmalar ile geliştirdiği dermatittir. İrritan kontakt dermatit ikiye ayrılır. Asid gibi güçlü irritanların bir kez değinmesi ile oluşan kimyasal yanıklar, primer irritan kontakt dermatit olarak adlandırılır . Sabun ve deterjan gibi zayıf irritanların uzun süre boyunca sık sık değinmesi ile oluşan dermatitler, kümülatif irritan kontakt dermatit olarak adlandırılır. En sık karşılaşılan kontakt dermatit, sık sık su, sabun ve deterjan ile değinme sonucu gelişen "ev kadını Egzama sı"dır. Ellerde kuruluk, çatlaklar ve parmak izlerinde silinme gösterir . Zaman zaman kızarma ve sulanma oluşabilir. Her ne kadar ev kadını Egzama sı olarak adlandırılırsa da, yalnızca ev kadınlarında görülmez, aşçı, barmen ve temizlik işçileri gibi diğer mesleklerde de görülür. Allerjik kontakt dermatit, tip IV (sellüler veya geç tip) hipersensitivite ile gelişir. Deriye değinen hemen hemen her kimyasal madde emilir. Langerhans hücresi, bu maddeyi alır, bir antijen olarak hazırlar, hücre zarı üzerine yerleştirir, lenf bezine gider ve orada T- lenfositlere sunar. Bu antijeni tanıyan T-lenfosit çoğalır (klonal ekspansiyon). Bu duyarlı T- lenfositler dolaşıma katılır. Aynı madde ile yeniden değinme sonrası, antijen ile deride karşılaşan duyarlı T-lenfositler inflamasyonu başlatır. Allerjik kontakt dermatit, en sık imitasyon takılarda ve kot pantolon düğmelerinde bulunan nikele ve çimentoda bulunan kroma karşı gelişir. Kadınlarda en sık kontakt duyarlandırıcı nikel, erkeklerde kromdur. Diğer sık karşılaşılan duyarlandırıcılar, lastikler, kozmetikler ve topikal ilaçlardır. Örneğin, sarı bir merhem olarak piyasada bulunan ve güçlü bir antibakteriyel olan nitrofurazon (Furacin) ile sıklıkla allerjik kontakt dermatit gelişir. Allerjik kontakt dermatitin etkeninin saptanmasında yama ("patch") testinden yararlanılır. Bu testte irritan olmayan konsantrasyonlardaki kimyasal maddeler, bir yama üzerine konur . Yama hastanın sırtına yapıştırılır. Kırksekiz saat sonra yama açılır. Bir maddenin değindiği yerde Egzama gelişmişse , kişinin o maddeye karşı kontakt duyarlılığı olduğu saptanmış olur. Bu maddenin hastanın sorunu olan Egzama nın nedeni olarak sayılması için, hastanın öyküsünde bu madde ile karşılaşmanın olması gerekir. Tüm Egzama larda gerçek tedavi, zararlı sayılan uyaranın ortadan kaldırılmasıdır (eliminasyon). Sulantı varsa ıslak pansuman, sekonder bakteriyel infeksiyon eklenmişse topikal ve/veya sistemik antibakteriyel tedavi, kuruluk ve hiperkeratoz varsa nemlendiriciler ve keratolitikler uygulanmalıdır. Egzama lardaki inflamasyonu baskılamak için, günümüzde en yaygın olarak kullanılan ilaçlar topikal kortikosteroidlerdir. Topikal kortikosteroidler, akut dönemde losyon, subakut dönemde krem ve kronik dönemde pomad bazında kullanılır. İnflamasyon şiddetliyse, lezyonlar çok yaygınsa ve topikal tedaviye direnç gösteriyorsa, kısa süreli, orta dozda sistemik kortikosteroid tedavisi uygulanabilir. Egzama lardaki kaşıntının azaltılması için, özellikle sedatif olan, antihistaminlerden yararlanılabilir.

ATOPİK DERMATİT Atopik dermatit, saman nezlesi, astım ve gıda allerjisi ile birlikte atopik hastalıkları oluşturur. Bu hastalıklar sıklıkla birbirlerine eşlik eder. Atopik dermatitli bir kişinin diğer aile bireylerinde de sıklıkla atopik dermatit ve/veya diğer atopik hastalıklar bulunur. Atopik dermatitli bir kişide ev tozları, polenler, küfler ve hayvan tüyleri-epitelleri gibi sık karşılaşılan allerjenlere karşı sıklıkla mültipl tip I allerjiler görülür. Atopik dermatitli kişilerde, tip I allerjinin sık görülmesinin yanı sıra, sellüler immünite ve fagositoz bozuklukları da vardır. Bu nedenle, atopik dermatitli kişilerde viral, fungal ve Staphylococcus aureus'a bağlı infeksiyonlar sık görülür. Atopik dermatit, klinik olarak uzun süreli, yineliyici ve şiddetli kaşıntılı Egzama lar ile seyreder. Atopik dermatit, çoğunlukla çocuklukta başlar ve erişkinlikte biter. Egzama , en çok bebeklerde yüzde, küçük çocuklarda ekstremitelerde (diskoid = nummuler formda) ve tüm yaş gruplarında boyun, dirsek önleri, kasıklar ve diz arkaları gibi büklüm yerlerinde yerleşir. Özellikle çocuklarda Staphylococcus aureus'a bağlı sekonder bakteriyel infeksiyon sonucu impetijinizasyon gelişebilir. Atopik dermatitli kişilerde Egzama olamadan da şiddetli kaşıntılı nöbetler gelişebilir. Kişi kendini kaşıyarak ya da kaşıtarak rahatlar. Bu kaşıntı nöbetleri, sıklıkla soğuk bir ortamdan sıcak bir odaya girmek, giysileri değiştirmek ve yatağa girip üzerini örtmek gibi ani sıcaklık değişiklikleri ile ve yünlü giysiler ile başlar. Atopik dermatitli kişilerin derisi kurmaya eğilimlidir. Kuruluk, deride çatlaklara neden olur. Böyle bir deriden irritan maddelerin penetrasyonu artar. Bu nedenle atopik kişilerde kümülatif irritan kontakt dermatitler sık görülür. Atopik dermatit patogenezinde iki temel bozukluk üzerinde durulmaktadır: transepidermal penetrasyon artışı ve anormal sellüler immün yanıt. Stratum korneumun yağ içeriği, transepidermal sıvı kaybını ve suda eriyen maddelerin penetrasyonunu önler. Atopik dermatitli kişilerde stratum korneum, bu önleyici görevini tam olarak yapamaz. Böylece gerek irritan maddelerin gerekse allerjenlerin penetrasyonu artar. Normalde sellüler immün yanıt, özellikle

T-helper-1 lenfositlerin uyarılması biçimindedir. Oysa, atopik dermatitte özellikle
T-helper-2 lenfositler uyarılır. Bu lenfositler, B-lenfositleri uyararak, aşırı IgE üretimini sağlar. Esansiyel yağ asidi eksiklikleri gibi bazı metabolik bozukluklarda ve bazı immün yetmezlik sendromlarında atopik dermatit benzeri Egzama ların görülmesi, yukarıda sözü edilen temel bozuklukların önemli bir kanıtıdır.

Prof. Dr. Varol Lütfü Aksungur

Panik Bozukluğunun Tedavisi

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Panik bozukluğu, tedavisi mümkün olan bir hastalıktır.
İki türlü tedavisi vardır.
1- İlaç tedavisi: İlaç tedavisi etkin dozda, en az 6 ay kullanılmalıdır.
2- Bilişsel-davranışçı tedavi: Bu tedavide iki amaç vardır.
Hastalara, aslında tamamen 'zararsız' olan panik atağı belirtileri hakkında bilgilendirme yapılarak, hastaların bu belirtilerle korkmadan baş edebilmesinin öğretilmesi amaçlanır.
'Panik atağı gelirse' endişesi ile, sokağa çıkma, vapur, otobüs, trene binme, kalabalık yerlere gitme gibi tek başına yapmaktan korktuğu şeylere bir plan dahilinde yeniden 'alıştırılması' amaçlanır.

En iyi sonuç, bu iki tedavinin birlikte uygulanması ile alınmaktadır.

LÜTFEN UNUTMAYINIZ!

1- Panik bozukluğu, kesinlikle ölüme ya da çıldırmaya veya felç olmaya yol açan bir rahatsızlık değildir.
2- Doktorunuz önermedikçe korkularınız ile baş etmek için kalp, tansiyon, çarpıntı ilacı, vitamin, sakinleştirici ilaç ya da alkol kullanmayınız ya da gerekir diye yanınızda taşımayınız.
3- Sadece doktorunuzun önerdiği ilaç ya da ilaçları kullanınız.
4- İlacınızı doktorunuzun söylediği şekilde ve dozda kullanınız, o gün iyi ya da kötü oluşunuza göre dozu azaltıp arttırmayınız.
5- Tamamen iyileşseniz bile doktorunuza danışmadan tedavinizi kesmeyiniz.

Panik Bozukluğu Nedir?

Panik bozukluğu gelişen hastalar, tekrarlayan, beklenmedik panik atakları ve ataklar arasındaki zamanlarda başka panik ataklarının da olacağına ilişkin sürekli bir endişe halindedirler. Panik ataklarının "kalp krizi geçirip ölme", "kontrolünü yitirip çıldırma" ya da "felç geçirme" gibi kötü sonuçlara yol açabileceği inancıyla sürekli üzüntü duymaktadırlar. Ataklara ve olası kötü sonuçlarına karşı önlem alarak (işe gitmeme, spor, ev işi yapmama, bazı yiyecek ya da içecekleri yiyip içmeme, yanında ilaç, su, alkol, çeşitli yiyecekler taşıma gibi) bazı davranış değişiklikleri göstermektedirler.

Hastalar genellikle en yakın doktor ya da acil servislere götürülür. Yapılan birçok incelemelerden hiçbir sonuç alınmaz. Hastanın nesi olduğu sorulduğunda; doktorlar 'hiçbir şeyi yok' ya da 'stresten olmuş ' derler. Çoğu zaman sakinleştirici bir iğne yapılarak eve gönderilirler. Hastalar, kalbinde ya da beyninde kötü bir şey olduğuna, ancak doktorların bunu bir türlü bulamadığına inanmaya başlar. Bazen de yanlış tanı konularak hastalar, antibiyotiklerden, nefes açıcılara, çarpıntı ilaçlarından tansiyon ve kalp ilaçlarına, vitaminlere kadar değişik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılır, ancak bir türlü iyileşme sağlanamaz.

Panik Bozukluğu Nasıl Bir Hastalıktır ?
Her yaşta başlayabilmekle birlikte en sık 20-35 yaşları arasında başlar.
Kadınlarda, erkeklere göre 2-3 kat fazla görülür. Nüfusun % 10'u hayatlarında en az bir kez panik atak geçirmektedir.

Ancak nüfusun % 1,5'inde panik bozukluk gelişmektedir. Panik bozukluğu % 40-50 arasında depresyon ile beraber görülmektedir.

Panik atak

Panik atak nedir ?

Panik atak, aniden başlayan ve zaman zaman tekrarlayan, insanı dehşet içinde bırakan yoğun sıkıntı ya da korku nöbetleridir.Bu nöbetler birdenbire başlar, giderek şiddetlenir ve şiddeti 10 dakika içinde en yoğun düzeye çıkar. Çoğu zaman, yarım saat devam ettikten sonra kendiliğinden geçer.


Panik Atağın Belirtileri Nelerdir ?
1- Göğüs ağrısı ya da göğüste sıkışma
2- Çarpıntı, kalbin kuvvetli ya da hızlı vurması
3- Terleme
4- Nefes darlığı ya da boğulur gibi olma
5- Soluğun kesilmesi
6- Baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecek ya da bayılacak gibi olma
7- Uyuşma veya karıncalanma
8- Üşüme, ürperme ya da ateş basması
9- Bulantı ya da karın ağrısı
10- Titreme ya da sarsılma
11- Kendini ya da çevresindekileri değişmiş, tuhaf ve farklı hissetme
12- Kontrolünü kaybetme ya da çıldırma korkusu
13- Ölüm korkusu

Bir panik atakta, bu belirtilerden en az dört ya da daha fazlası bulunur.

GUT HASTALIĞI

14 Haziran 2009 Pazar

GUT NEDİR?
Gut bazı eklemlerde ani ve şiddetli gelişen ağrı, hassasiyet, kızarıklık, şişme ve sıcaklık artışı nöbetlerine neden olan bir hastalıktır. Genellikle tek eklemi, sıklıkla da ayak baş parmağını etkiler. Bununla birlikte diz, ayak bileği, ayak, el, el bileği ve dirsek eklemleri de etkilenebilir. Nadiren bazı hastalarda ilerleyen dönemlerde omuz, kalça ve omurga tutulumu gelişebilir.
Gut genellikle üç fazda seyreder:
1.Eklemde ani başlayan sıklıkla 5-10 gün süren şişme ve ağrı.
2.Şikayetlerin olmadığı bir dönem ve bunu takip eden şiddetli alevlenme.
3.Pek çok alevlenmeden sonra, zaman içinde tedavi edilmediği takdirde bir veya daha fazla eklemde, hafiften orta dereceye kadar ağrı, devam eden şişme ve hareket kısıtlılığı.
Gut herkese aynı şekilde etkilemez. Bazı insanlar bir tek atak geçirirler ve bunlarda başka hiçbir problem görülmezken bazılarında ise zamanla eklemlerde hasara ve ağrıya yol açan şiddetli ataklar görülür. Gutun kesin kür sağlanan bir tedavisi yoktur ancak iyi bir tedavi ile tam bir kontrolü sağlanabilir. Uygun tedavi alevlenme sıklığınızın azalmasına ve uzun dönemde eklem hasarlarının gelişmesine engel olabilir.
GUTTA NELER OLMAKTA?
Akut Ataklar
Ataklar genellikle hızlı gelişirler. İlk atak sıklıkla gece gelişir. Uyku esnasında gece yarısı aşırı bir eklem ağrısı ile kalkabilirsiniz.
Atak esnasında şunlara dikkat edin:
1.Ani, şiddetli eklem ağrısı
2.Eklemde şişme
3.Eklem çevresindeki deride parlak kırmızı veya erguvani renk değişimi
4.Eklem etrafında aşırı hassasiyet-hatta yatak çarşafının değmesi bile bu alanda şiddetli ağrıya neden olabilir.

Birincisi ataklar çok nadirdir. Ataklar arasında her şeyin normal olduğu, şikayetlerin olmadığı bir dönem vardır. Eğer hastalık tedavi ile kontrol altında tutulmazsa ataklar daha sık gelir ve atakların süresi uzar. Tekrarlayan ataklar eklemlerinizde hasar oluşturur. Ataklardan sonra eklemlerinizde katılık ve hareket kısıtlılığı oluşabilir.
Gut ataklarını şu nedenler tetikleyebilir:
1.Aşırı alkol alımı
2.Hatalı ve aşırı beslenme
3.Cerrahi operasyon
4.Ani, şiddetli hastalık hali
5.Yanlış diyet
6.Eklem travması
7.İlaç tedavileri
Gut’ta ki ağrı ve şişmenin nedeni ürik asit kristallerinin eklemde birikmesidir. Ürik asit vücutta hücre yıkımı sonucu ortaya çıkan normalde bulunan bir maddedir. Kanda eriyik halde bulunur ve böbrekler yoluyla idrarla atılır. Gut hastalarında ürik asit düzeyi kanda çok yükselmiş olup, ürik asit kristalleri eklem ve diğer dokularda birikim yaparlar. Bu da eklemlerin astarı olan sinoviyumda iltihaba neden olur.
Tofüs Gelişimi
Birkaç yıl sonra ürik asit kristalleri eklem ve eklemlerin çevresindeki dokularda birikim yaparlar. Bu kristallerin aşırı birikimleri tofüs olarak bilinir ve deri altında oluşurlar. Tofüs genellikle şiddetle etkilenmiş eklemlerin içinde veya yanında, dirseklerin yanında, parmakların üstünde, ayak başparmağında ve kulak kıvrımında yerleşir. Eğer tofüs gelişiminden korunmazsa veya tedavi yapılmazsa eklemlerde hasar oluşur.
Diğer Problemler
Ürik asit kristalleri böbrek ve idrar yollarında veya idrar kesesinde taş oluşumuna neden olurlar. Birçok faktör bu oluşuma neden olur. Yeteri kadar sıvı alımı olmaması da taş oluşumunu kolaylaştırır. Çünkü sıvı azlığındaki yetersiz idrar miktarı ürik asitin çözünürlüğünü zorlaştırır. Taş oluşumu idrarın düşük asiditesine neden olan metabolik bozukluklardan da kaynaklanabilir. Diğer bir neden de diyet faktörüdür.Bazı insanlarda uygun olmayan diyet ürik asit yapımını artırarak böbreklerde taş oluşumunu artırabilir. Doktorunuz diyetin katkıda bulunan bir faktör olduğundan şüpheleniyorsa idrar tetkiki gerekebilir. İdrar tetkiki vücudunuzdaki ürik asit yapımı hakkında bilgi verecektir. İdrar tetkiki özellikle yararlıdır. Çünkü bazı gut hastalarında ürik asitin üretim ve atılımı geniş sınırlar arasındadır. Bu kişilerde böbrek taşı oluşumu riski yüksektir.
Gut yüksek tansiyona ve böbrek enfeksiyonlarına katkıda bulunabilir. Tüm bu problemler böbrek hasarına neden olurlar.
GUTUN NEDENLERİ NELERDİR?
Hemen hemen tüm gut hastalarında hiperürisemi adı verilen kanda ürik asitin yüksekliği durumu söz konusudur. Fakat hiperürisemik tüm insanlarda gut gelişimi gözlenmemiştir.
Aşağıdaki nedenlerin biri veya ikisi birlikte hiperürisemiye neden olur:
1.Böbrekler yeteri kadar ürik asit atımıı gerçekleştiremiyordur.
2.Vücutta aşırı miktarda ürik asit üretimi söz konusudur.

Diüretik (İdrar söktürücüler) tedavisi sıklıkla hiperürisemiye neden olur. Diüretikler fazla vücut sıvısının atılmasını sağlayarak yüksek tansiyonu düşürmek amacıyla kullanılırlar. Bununla birlikte diüretikler böbreklerin ürik asit atılım kabiliyetini azaltarak ürik asitin kan seviyesini yükseltirler.
Kalıtımsal nedenler ve çevresel faktörler de (kilo, alkol kullanımı ve diyet) gut oluşumunda önemli bir rol oynarlar.
KİMLER GUT HASTASI OLUR?
Herhangi bir yaşta meydana gelebilirken genellikle ilk atak 40 – 50 yaşları arasındaki erkekleri etkiler.
Bununla birlikte gut bayanlarda da görülebilir. Özellikle menopoza giren bayanlarda gut riski artmaktadır. Bu bayanlarda osteoartrit görülme sıklığı arttığından gut tanısı koymak güçleşir. Osteoartritte eklem dokusunda hasara neden olarak ağrıya ve eklem hareketlerinde kısıtlamaya neden olur.
TANI NASIL KONULUR?
Gutta tanı doktorunuzun sizi muayene etmesi ve semptomlarınıza ilişkin sorular sormasıyla konur.Doktorunuz kan ürik asit düzeyinizi görmek için kan tahlili isteyebilir. Yalnız şunu hatırlamak gerekir. Kan ürik asit düzeyinin yüksekliği gut hastası olduğunuz anlamına gelmediği gibi normal düzeyleri de hasta olmadığınız anlamına gelmez.
Doktorunuz daha sonra artritin diğer tiplerini de ekarte etmek için muayenesine devam edecektir. Örneğin pseudogut (yalancı gut) ve artrit gibi. Bu iki durumda guta benzemekle beraber ürik asit kristalleri görülmez. Doktorunuz artritinizin tipini saptamak için bazen tutulan ekleminizden eklem içi sıvı alarak kristal yönünden incelemek isteyebilir.
TEDAVİ NASIL YAPILIR?
Tedavi esas olarak ilaç tedavisi ve diyet alışkanlığındaki değişiklikler olarak sınıflandırılabilir. Hedef ağrının azaltılması, akut atakta iltihap süresinin kısaltılması, tekrarlayan ataklardan korunma ve eklem hasarından korunma olarak söylenebilir.
İlaç Tedavisi
Gutta kullanılan ilaç tedavisini, bireye göre ve aynı bireyde hastalığın seyrine göre tedaviyi değiştirmek gerekebilir. Hiperürisemik bireylerde ek başka bir problem bulunmadığı takdirde ilaç tedavisine gerek yoktur.
İlaç tedavisi şu durumlarda kullanılır:
1.Akut ataklarda ki ağrı ve şişmeden korunmak için ( burada genellikle nonsteroidal antiinflamatuar ilaçlar, kolşisin, kortikosteroidler, ve / veya adrenokortikotropik hormon (ACTH) kullanılır.)
2.Tekrarlayan ataklardan korunmak için (burada kolşisin, probenesid,sülfinpirazon ve allopurinol kullanılır.)
3.Tofüs tedavisi veya tofüsten korunmak için ( burada probenesid, sülfinpirazon ve allopurinol kullanılır.)
4.Böbreklerde ürat taşı oluşumunu engellemek için (allopurinol kullanılır.)

Bu ilaçların tümü güçlü ilaçlar olup, bu ilaçları niçin aldığınızı, yan etkilerini ve bir problemle karşılaştığınızda ne yapacağınızı bilmeniz gerekir.
Akut atakların tedavisi
Kolşisin: 2400 yıldan beri gut tedavisinde kullanılmaktadır. Akut ataklardaki şişlik ve ağrıları geçirir. Genellikle her gün ağızdan küçük dozlar halinde alınır. Atağın ilk 2 gününde alınırsa etkili olacaktır. Oral yolla alındığında ishal, bulantı ve karında kramplara neden olabilir.Yan etkiler ortaya çıktığında ilaç almayın ve doktorunuza bildirin.Tekrarlayacak ataklardan korunmak için kolşisin küçük dozlar halinde sürekli alınmalıdır.
Nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAİİ): Bazen akut ataklardaki ağrı ve şişliklerin tedavisinde kullanılırlar. Bu tedavi kolşisin kadar etkilidir ve yan etkisi daha azdır. Başlıca yan etkileri karında ağrı, baş ağrısı, deri döküntüleri ve baş ağrısıdır.
Kortikosteroid tedavisi: Prednisolon olarak bilinir ve vücuttaki doğal hormona benzerdir. Bazen akut ataklarda doğrudan iltihaplı eklemin içine yapılarak ağrı ve şişliğin giderilmesine çalışılır. Diğer ilaçlara yanıt yoksa ağızdan veya kas içine enjeksiyon yoluyla uygulanabilir.
ACTH: Vücudun doğal kortikosteroidlerinin yapımını artıran bu ilaç bazen akut atakların tedavisinde kullanılır.
Ürik asit düzeyinin kontrolünde kullanılan ilaçlar
Aşağıda anlatılacak olan bu ilaçlar tofüs oluşumunu ve gut ataklarının sıklığını azaltmak ve ve tedavi etmek amacıyla kullanılırlar. ( Ek olarak allopurinol böbrekte taş oluşumunu engellemek amacıyla kullanılır.) Bu tedavi birkaç aydan fazla düşük doz olarak devam eder.
Ürik Asit Yapımını Azaltan İlaçlar
Allopurinol: Vücutta ürik asit yapımını azaltarak ürik asitin hem kan hem de idrar miktarını düşürür. Ürik asit nedenli böbrek problemi veya böbrek taşı olan hastalarda ideal ilaçtır. Yan etkileri arasında deride döküntüler ve hafif batın rahatsızlığı vardır. Batın problemlerine genellikle uyum sağlanır. Nadir vakalarda allopurinol şiddetli alerjik döküntüye neden olabilir. Eğer ürtiker tarzında deri döküntüleri, kaşıntı, ateş, bulantı ve kas ağrıları olursa doktorunuzla temasa geçiniz. Bu ilaç bazı hastalarda uykuya ve dikkatte azalmaya neden olabilir. Bu gibi durumlarda araç kullanmaktan kaçınılmalıdır.
Ürik Asit Atılımına Yönelik İlaçlar
Bazı ilaçlar kan ürik asit düzeyini idrardan ürik asit atılımını artırmak vasıtasıyla yaparlar. Bunlar aynı zamanda tofüslerin erimesine ve eklemlerde ürik asit birikiminin engellenmesine yardımcı olurlar. Bu amaçla kullanılan ilaçlar probenecid ve sulfinpyrazone ‘dur. Günlük olarak ağızdan alınırlar. Normal ürik asit düzeyine ulaşıldığında eklemlerde kristal depolanması olmayacaktır. Depozit çözülmesi de başlamış olacaktır.
Yaygın yan etkileri arasında bulantı, deri döküntüsü, karın ağrısı ve baş ağrısı vardır.Deri döküntülerine diğer yan etkiler eşlik etmediği durumlarda ilaç kullanılabilir. Yan etkiler birlikte seyrediyorsa doktorunuza başvurunuz.
Bu ilaçlar sıvı olarak alınabilir. Bu ilaçların kullanımı sırasında aspirin alınmamalıdır.
Probenecid, sulfinpyrazone ve allopurinol kullanımı
İlk etapta probenecid ve sulfinpyrazone kullanımı idrar ürik asit miktarını artırmak suretiyle böbrek taşı oluşum riskini artırabilir. Bunu engellemek için her gün en azından 2-2.5 litre sıvı alarak idrarı sulandırmak gerekir.İlk etapta probenecid , sulfinpyrazone ve allopurinol gut epizodlarının sıklığını artırabilir.Bu esnada ilk 3-6 ay kolşisin ve NSAİİ ‘ların alınması, atakların sıklığını azaltmada etkili olacaktır.
Bu ilaçların kullanımında diğer öneriler ise şunlardır:
1. Tedavi esnasında doktorunuzun önerilerine uyunuz.
2. İlaçları çift dozlarda kullanmayınız.
Bu tedavinin süresi şikayetlerinin devamına ve laboratuar sonuçlarına bağlıdır. Siz sadece tek bir ilaca bağımlı olabilirken bazı hastalar için birden fazla ilacın birlikte kullanılması gerekebilir.
Diyet
Diyet ve gut hakkında şunlar bilinmelidir:
1. Obesite yüksek kan ürik asit düzeyi ile ilişkilidir. Eğer yüksek kilolu iseniz doktorunuzla kilo kaybı programları için görüşünüz.
2. Beslenmenizde sınırlı olunuz.Aşırı miktarda beslenme kan ürik asit düzeyini artıracaktır. Ürik asit miktarını yükseltecek besinler için doktorunuzla görüşünüz.
3. Çay ve kahve kullanabilirsiniz. Alkol alımı konusunda doktorunuzla görüşünüz. Fazla miktarda alkol alımı kan ürik asit düzeyini ve gut epizodu sıklığını artıracaktır.
4. Yeterli sıvı alınız. Az sıvı alımı böbreklerinizde ürik asit kristallerinizin birikimine neden olacaktır.
Şu besinler Ürik Asit düzeyini artırabilir:
Beyin, böbrek, etsuyu, sardalya, hamsi, karaciğer.
Cerrahi
Cerrahi nadiren gut tedavisinde kullanılır. Büyük tofüslerin varlığında özellikle enfekte ise, hareketli eklem içi tofüslerinin varlığında cerrahi tedavi uygulanabilir.

DERMATOMİYOZİT

Dermatomiyozit de her yaşta görülebilmesine rağmen iki yaş grubunda en sıktır: Çocukluk çağında da, 40 yaş sonrasında da daha çok kadınlarda görülür. Dermatomiyozitte de kas zaafının dağılımı ve ilerlemesi polimiyozitteki gibidir. Kas yıkımının olduğu dönemde serum CK değeri de yine normalin 10-20 katına çıkar. En önemli klinik özelliği deri bulgularının varlığıdır. Deri bulguları gözkapaklarındaki leylak rengi ödem (heliotrop ödem), yüzde eritemli döküntü (rash), V-belirtisi, eklemlerin ekstansör yüzlerinde (metakarpofalingeal ve proksimal interfalingeal eklemler, dirsekler, dizler, malleoller, ense) makülopapüler döküntü (Gottron belirtisi) ve tırnak diplerinde iskemik değişikliklerle birlikte tırnak yatağı kapillerlerinde anevrizmatik genişlemeden oluşur. Hastalarda bu belirtiler değişik birlikteliklerde bulunurlar. Bazen deri bulguları, miyopatiden çok önce başlar. Genellikle yüzdeki rash ilk belirtidir. Klinik miyopatinin eklenmediği bu tablo “amiyopatik dermatomiyozit” veya “dermatomiyozit sine miyozit” adını alır. Ancak bu dönemde bile kas biyopsisinde değişiklikler görülebilir.


Çocukluk çağı dermatomiyozitinin en önemli özelliği, vaskülitin ön planda olması, kontraktürler ve kas içi (ektopik) kalsifikasyonlarla seyretmesidir. Kalsifikasyonlara karşı etkili bir tedavi bulunmamaktadır. Ancak kontraktürlerin oluşması, zaten bu hastaların alması gereken fizyoterapi uygulamalarının ayrıca kontraktürlere yönelik olarak uyarlanması ile önlenebilir.


Geç dönemdeki erişkin dermatomiyoziti malinite ile birlikte bulunabilir ve bu ilişki, polimiyozitte olduğundan daha belirgindir (%30). Bu nedenle geç başlangıçlı dermatomiyozitte malinite taraması yapmak önem taşır. Yapılacak incelemeler makul sınırlarda olmalı ve sıradan kan ve idrar incelemeleri, akciğer görüntülemesi ile birlikte o yaş ve cins grubuna yönelik tümörlerin aranmasını hedeflemelidir. Malinitenin saptanmadığı durumlarda incelemeler yılda bir tekrarlanmalıdır.

Elektromiyografik bulgular polimiyozitteki gibidir. Kesin tanı için kas biyopsisi şarttır. Biyopsideki en karakteristik özellik, perimizyal dokudaki inflamasyondur. Bu inflamasyon endomizyal bölgeye de yayılabilir ve kas liflerinde dejenerasyondan nekroza kadar değişik yelpazede değişikliklere yol açar.


İnflamasyonu oluşturan hücreler başlıca B lenfositleri, az miktarda CD4(+) T lenfositleri ve çok geri planda CD8(+) T lenfositlerden oluşur. İmmunhistokimyasal çalışmalar perimizyum ve endomizyumdaki damarlarda C5b9 membran atak kompleksi (MAC) birikimi gösterir. Endomizyal damarların sayısında ciddi oranda azalma gözlenir. Tüm bu bulguların birlikteliği dermatomiyozitte, komplemana bağımlı bu humoral immun yanıtın birincil hedefinin kas ve derideki damar endoteli olduğunu, damarlarda non-nekrotizan bir vaskülitin, buna ikincil olarak da kas nekrozunun geliştiğini göstermektedir. Kronikleşmiş olgularda fasiküllerin kenar kısımlarında (perifasiküler) gözlenen kas lifleri atrofisi çok tipik ve tanı koydurucudur.

POLİMİYOZİT

Her iki cinste ve her yaşta görülebilen ancak kadın predominansı olan polimiyozitin en sık görüldüğü yaş grubu 45-60 arasıdır. Kadın baskınlığı 15-44 yaş arası en belirgindir. Çocukluk çağında çok ender görülür. Kas zaafı genellikle alt ekstremitelerin kök kaslarından başlar. Hasta haftalar veya aylar içinde ilerleyen merdiven çıkma, oturduğu yerden kalkma, giderek yürüme güçlüğünden yakınır. Omuz kavşağı kaslarının da zaafı eklenerek hasta kollarını kaldırmakta zorlanmaya başlar. Tedavi edilmediğinde hastalığın varacağı nokta hastanın yatağa bağımlı hale gelmesi, kasların atrofiye uğramasıdır. Boyun ekstansör kaslarının zaafı da klinik tablonun önemli bir parçasıdır. Özofageal disfonksiyona bağlı yutma güçlüğü olabilir (özofagus 1/3 üst bölümü zaafı). Olguların %20-50’sinde kas ağrıları da mevcuttur. Tüm bulgular subakut yerleşebileceği gibi ender olarak akut yerleşen, yaygın kas nekrozu ile seyreden bir klinik tablo da sergileyebilir. Polimiyozitte malinite ile ilişki dermatomiyozitte olduğu kadar belirgin gösterilememiştir veya daha seyrektir.

Serum CK değeri normalin 10-20 katına çıkabilir. Zaaf olmaksızın CK yüksekliği hastalığın çok başlangıcında görülebilir.
Elektromiyografide miyopatik motor ünit potansiyelleri yanısıra bol miktarda patolojik spontan aktivite görülür. Tanının kesinleştirilmesi kas biyopsisi ile olur. Kas biyopsisindeki tanı koydurucu tipik özellik, nekrotik olmayan kas lifleri çevresindeki lenfosit infiltrasyonudur. İnfiltrasyon perivasküler alanları da tutar. Ancak hastalık kasları odaklar halinde tuttuğundan, bu özelliğin bulunmaması polimiyozit tanısını dışlamaz, örnekleme hatası olarak değerlendirilebilir. Kuşkulu olgularda bu nedenle biyopsiyi yinelemek gerekir.

Polimiyozitte nekrotik olmayan kas lifleri çevresinde, endomizyumda bulunan bu inflamasyonun özelliği başlıca CD8(+) T lenfositlerinden oluşmasıdır. Çok daha geri planda CD4(+) T lenfositleri ve çok az B lenfositleri de bunlara eşlik edebilir. Bu inflamasyon giderek kas hücresini işgal eder ve lifin nekrozuna yol açar. Normalde kas hücrelerinde ekspresyonu olmayan MHC-1, polimiyozitte hemen tüm kas liflerinde eksprese olur. Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde polimiyozitteki inflamasyonun başlıca kas lifinin kendisini hedeflediği ve sitotoksik T hücrelerine bağımlı bir hücresel immun yanıt sonucu geliştiği anlaşılmaktadır.