RAHİM KANSERİ VE TEDAVİSİ

30 Mart 2009 Pazartesi

Rahim kanseri kadınlarda en sık görülen genital kanserdir. Kadınlarda görülen tüm malignitrlerin %8.4'önü oluştururken, kansere bağlı ölümlerin %4'ünü oluşturur.
Sıklıkla görüldüğü yaş gnıbu 50 ve 70 yaş arasıdır. Hastaların %75'i menapozdaki kadınlardır.
Rahim kanserleri genel adı altında rahim gövdesinin kanserleri ve rahim ağzı kanserleri anlaşılmaktadır. Biz bu yazıda rahim gövdesi kanserlerinden bahsedeceğiz.

RAHİM KANSERİNİN RİSK FAKTÖRLERİ:
Rahim kanseri gelişiminde üzerinde durulan bazı risk faktörleri vardır. Bunlar:

  1. östrojen kullanımı,
  2. şişmanlık,
  3. yüksek tansiyon,
  4. şeker hastalığı,
  5. doğum yapmamış olmak,
  6. kronik anovulasyon,
  7. pelvik ışınlama ve geç menapozdur.

Hastalarda en yaygın (%70-80) görülen şikayet vaginal kanamadır. Vaginal akıntı ve kötü koku %'30 sıklıkta görülür. Tanı anında hastaların çoğıda tümör rahim içinde sınırlıdır. Fakat ileri vakalarda hasta karnında kitle, sıvı toplanması, barsak şikayetleri ile de başvurabilir.
Rahim kanseri için günümüzde rutin uygulanan bir tarama yöntemi yoktur. Kanser ve öncesi lezyonlarının tanısı için etkin yöntem anormal kanama şikayeti olan kadınlarda endometrial biopsi, fraksiyone dilatasyon ve küretaj ile patolojinin değerlendirilmesidir.
Operasyon sonrası patolojik değerlendirme yapıldığında hastalığın bundan sonraki gidişi konusunda bize bilgi veren bazı parametrelere bakılır: Hücre tipi, tümör gradı, myometrial invazyonun derinliği, vasküler invazyon, rahim ağzına yayılımı hastalığın risk faktörlerindendir.
Diğerleri karın içi tümör yayılımı olması, pelvik ve aortik lenf bezlerine hastalığın yayılmış olmasıdır.

RAHİM KANSERİNİN TEDAVİSİ:
Rahim kanserinde standart tedavi yöntemi cerrahidir.
Tek başına cerrahi yineleme riski düşük olan ve rahim dışına çıkmamış lezyonlarda uygulanır.
Işın tedavisi lenf nodu yayılımı ve yineleme risk faktörlerini taşıyan tüm hastalarda uygulanır. Bu hasta grubunda ışın tedavisi standart tedavinin bir parçasıdır, ileri hastalıkta tedavi cerrahi, ışın tedavisi ve ilaç tedavisi kombine ışın tedavisi uygulanmaktadır.
Rahim kanserinde ışın tedavisi, operasyon öncesi ve/veya sıklıkla operasyon sonrası uygulanırken, medikal nedenlerle öpere edilemeyen (amaliyata dayanamayan) veya operabilite sınırlarını aşan hastalarda tek başına uygulanabilmektedir.
Birçok kanser türünde olduğu gibi rahim kanserinde de hastalığın erken evrede yakalanması ve gerekli tedavilerinin yapılmasının hastalıkla mücadelede bize avantaj sağladığını unutmayalım ve sağlığımız için her zaman duyarlı olalım.

AKCİĞER HSTALIKLARI

29 Mart 2009 Pazar

Akciğerlerimiz, havadaki oksijeni alıp vücüdumuzun diğer tüm organlarına gönderen hayat kaynağımızdır. Bu nedenle akciğerlerimize iyi bakmamız yaşamımız için çok önemlidir.
Bir dakikada hiç farkına varmaksızın 14-16 kez nefes alıp veriyoruz ve siz; bu yazıyı okurken son yarım saniyede yaklaşık yarım litre hava soludunuz. Soluduğumuz havada oksijenin yanısıra milyonlarca gözle görülmeyen partikül ve değişik gazlar da vardır, yani akciğerlerimiz aynı zamanda dış etkenlere en fazla maruz kalan, dünyaya açık olan organımızdır.
Aldığımız nefesle maruz kaldığımız dış etkenler, zararlı gazlar ve partiküller olabildiği gibi, bakteri virüs şeklinde enfeksiyöz ajanlar da olabilir.

Eğer sigara içiyorsanız unutmayınız ki her bir nefeste 40.000'in üzerinde kanserojen maddeyi, katranı, karbonmonoksit ve birçok zararlı gazı ciğerlerinize almış oluyorsunuz.
Dünyada aktif sigara içenlerde akciğer kanseri riski, hiç içmeyenlere göre 20-24 kez daha yüksektir ve akciğer kanserinden ölümlerin %85'i sigaraya bağlıdır.
KOAH diye kısalttığımız nefes darlığı ile kendini gösteren kronik tıkayıcı akciğer hastalığının %80-90'ından sigara sorumludur.

Akciğerlerimizin ve tüm organlarımızın sağlığı için özenli olmalı ve herhangi bir şikayetimiz olduğunda göğüs hastalıkları uzmanına başvurmalıyız.
Tüm bu rahatsızlıklar için erken tanının, erken tedbir almanın ve tedavinin çok önemi vardır.

Göğüs Hastalıkları Polikliniğine Kimler Başvurmalıdır?
• Öksürük,
• Balgam çıkarma,
• Kan tükürme,
• Nefes darlığı,
• Göğüs ağrısı gibi şikayetleri olanlar,
• Yoğun sigara içenler,
• Mevcut bir akciğer hastalığı olup başka nedenle ameliyat olması gerekenler Göğüs Hastalıkları Polikliniği'ne başvurmalıdır.

Göğüs Hastalıkları Bölümünün Alanına Giren Hastalıklar
• Astım,
• Kronik bronşit ve KOAH gibi sigaraya bağlı gelişen tüm akciğer hastalıkları,
• Akciğer kanseri,
• Zatürre,
• Tüberküloz gibi enfeksiyöz akciğer hastalıkları,
• interstisiyel akciğer hastalıkları (Sarkoidoz, kullanılan ilaçlara bağlı akciğer sorunları, mesleki maruziyetler gibi) ve diğer pek çok hastalıklardır.

Evde Meme Muayenesi Nasıl Yapılır?

28 Mart 2009 Cumartesi

İlk başta şunu sölemetke yarar var: Her banyodan sonra özellikle adetin 7 ila 10 gününde yapılması faydalıdır.

Ayna karşısında eller belde olacak şekilde durulur.
Bu sırada memenin rengine, boyutuna, şekline bakılır.
Her iki memenin eşit olması gerekir.
Eğer meme derisinde çöküntü, kızarıklık, şişlik, meme başında içeri çökme veya meme başının diğer meme başına göre farklı yöne bakması meme problemi lehine bulgulardır.

Daha sonra Kollarınızı yukarı kaldırılarak yukarıda sayılan değişiklikler (meme derisinde çöküntü, kızarıklık, şişlik, meme başında içeri çökme veya meme başının diğer meme başına göre farklı yöne bakması) tekrar aranır.





Sonra Yatar posizyonda her iki meme parmak uçları yardımı ile muayene edilir resimde gösterildiği gibi.




Ve son olarak Benzer şekilde meme muayenesi ayakta yapılabilir.
Unutmayalım bayanlrın bir kısmı meme muayenesini banyoda daha rahat yaptıklarnı bildirmişlerdir. Muayene esnasında tüm memenin hissedilmesi gerekir.

YENİ DOĞAN REFLERKSLERİ & HARAKETLERİ

26 Mart 2009 Perşembe

Yeni doğmuş bebeğinizi izlerken bebeğin bazı hareketleri dikkatinizi çekmiştir; bu hareketlere örnek verecek olursak, bebeğin avucunu okşarsanız parmaklarıyla elinizi kavrıp yakalar aynı şeyi ayaklarına uygulamaya çalışırsanız da aynı sonucu alırsınız; yanağınızı bebeğin yüzünüze yaslarsanız bebek emme pozisyonu ve eylemini alır. Bebeğin göz kapaklarına doku­nursanız ise gözlerini yumar kapatır.
Bebeğinizi belinden tutup ayaklarını yere bastırırsanız ayakları yürürmüşçesine havada daireler çizer.
İşte biz bu bebeklere özgü hareketlere YENİ DOĞAN REFLERKSLERİ deriz. Bu refleksler, bebeğin dunyaya uyum sağlamasında ve yaşayabilmesi için son derece önemlidirler.

YENİ DOĞAN REFLERKSLERİ

1- Emme ve Yönelme refleksi:
Bu refleks, bebeğin beslenmesinde çok önemli rol oynar, bebeğin memeyi bulup emmesini sağlar. Bebeğin yanağına veya dudağın kenarına dokunursanız bebek yüzünü o yöne çevirir ( yönelme refleksi ) ve emme pozisyonuna geçer.
Bu refleksi bebek Anne karnındayken gelişir.
Emme ve Yönelme refleksi doğum sonrası belli bir zamana kadar devam eder,bu süre bebek uyanıkken 3-4. ay, uykuda ise 7 aya kadar sürebilir.
Emme ve Yönelme refleksin olmaması, bebeğin beyin sapının bozuklarını, oksijensizliği, travma ve/veya sinir sistemini de içine alabilen ağır enfeksiyonlarını düşündürmelidir.

2- Moro refleksi ( Sıçrama refleksi):
Bebeğin sırt üstü yatarken başını ensesinden hafif kaldırın sonra arkaya doğru bırakırsanız, bebeğin ani bir şekilde sıçradığını göreceksiniz, kollarını açar sonra kapatır. Aynı zamanda bebeği ellerinden tutup vücudunu biraz havaya kaldırıp kollarını bırakırsanız da görebilirsiniz.
Ayrıca bebek uyurken ani sesler duyduğunda de bu refleksi yapabilirler.
Moru refleksi, gebeliğin 28 haftasında başlar .
Doğumdan sonra bu refleks bebeğin sinir ve kas sisteminin giderek gelişmesiyle en geç 6 ayda kaybolması beklenir.
Bu refleksin olmaması, Merkezi Sinir Sisteminin (MSS) hasar görmüş olması, ağır bir hastalık tarafından baskılanma olasılığı düşünülür.
Refleks tek tarafta alınırsa (sağ kol ya da sol kol) tepki vermeyen tarafta kolun sinirinde sorun var yada Clavikula (köprücük kemiği) kırıkları akla gelmelidir.

3- Yakalama refleksi ( Palmer et Planter Refleksi ):
Bebeğin avuçlarına veya ayak tabanına bir kalem yada parmağınızı uzatırsanız, bebek parmaklarını içe doğru kıvıracak ve parmağınızı sıkı bir şekilde tutacaktır.
Bu refleks, gebeliğin 28 haftasında başlar ve doğumdan sonra 2. ayda istemli yakalama başlayacağından kaybolmuş sayılır (istem dışı yakalama). Ancak ayaktaki refleks, 10. aya kadar devam eder.
Bu refleksin (Yakalama reflekzi) görülmemesi beyin hasarından veya sinirlerde hasarlardan şüphe ederiz.
4- Tonik boyun refleksi:
Bebek sırt üstü yatar pozusyondayken kafasını aniden bir tarafa çevirirseniz, o taraftaki bacak ve kolda dışa açılma ve gerilme, karşı taraftakilerde ise çekilme ve kapatma göreceksiniz.
Refleksi doğumdan 4 hafta (1 ay) sonra daha belirgin görürsünüz.
Bu refleksin çok uzun sürmesi ve/veya tek tarafta veya 6 aydan sonra saptanması patolojiktir.

5- Basma ve yürüme refleksi:
Bebek, koltuk altlarından tutup ayaklarını yere değdirirseniz adım atarmış gibi yapabilir.
Bu refleks 7 aya kadar sürer. Hareketlerin çok uzun sürmesi, tekrarlanması sinir sistemde bir sorun var diye düşünülmelidir.

İKTİDARSIZLIK ( SERTLEŞME SORUNU )

25 Mart 2009 Çarşamba

Günümüzden 20-25 yıl öncesine kadar sertleşme sorunlarının (iktidarsızlık) %80'inin altında psikolojik nedenlerin yattığına inanılmaktaydı.
Bugün ise sertleşme sorunu çekenlerin ancak %15'inİn psikolojik nedenlere bağlanabileceği, kalan %85'inin tedavi olanağına sahip hastalıklara bağlı olduğu bilinmektedir.


Sertleşme sorunları:

Hayatı tehdit eden hastalıklar grubunda olmadığından ve kültürel, dinsel, yasal etkenlere bağlı olarak, erkekler ve eşleri tarafından çoğu zaman ifade edilememektedir. Ancak gerçek şudur ki, her erkek hayatının bir evresinde bu sorunla karşılaşmış veya karşılaşacaktır.
Sertleşme sorunu: yeterli bir cinsel ilişki için gerekli olan sertleşmeyi sağlayamama ve/veya devam ettirememe olarak tanımlanır.
Yeterli bir sertleşme için psikolojik, hormonal, nörolojik, damarsal ve organsal (penis) etkenlerin sağlıklı çalışması gereklidir.
Bunları açarsak:
A.Psikolojik Nedenler: Stres, depresyon, kaygı, ümitsizlik.
B.Honrmonal Nedenler: Beyinden cinsel uyarıcı hormonlar, testisden erkeklik hormonu (testeteron), tiroid hormonları, bazı tümör cinslerinden üretilen hormonlar (prolaktin) sertleşmeyi etkilemektir.
C- Nörolojik Nedenler: Beyin, omurilik, penis sinirlerindeki değişik nedenlere bağlı sorunlar (tümörler, ameliyatlar, omurilik yaralanmaları, diyabet, yoğun alkol tüketimi v.b.)
D.Damarsal Nedenler: Peniste damar sertleşmesi ve kan kaçakları (diyabet, hipertansiyon, yüksek kolestrol v.b.)
E.Organsal Nedenleri Peniste yapısal bozukluklar (eğrilik, açılanma, sert plaklar v.s.)
F.Diğer Nedenler: Kalp, tansiyon,mide ve sinir ilaçları, hormon ilaçları kullanımı,yoğun alkol tüketimi, böbrek haslalıkları (böbrek yetmezliği, diyaliz), karaciğer hastalıkları (siroz).

İktidarsızlık tedavisi:
Sertleşme sorunlarına yol açan yukardaki nedenlerin ortaya konması ile, nedene yönelik tedavi şansı günümüzde mevcuttur. Bu tedavi yöntemleri arasında:
1.İaçlar; Ağızdan kullanılan ilaçlar (uyanalar, yohimbin. viagra v.b.), penise uygulanan enjeksiyonlar (intrakavernöz enjeksiyon), penis İçine sıkıları ilaçlar.
2. Penis Protezleri: "Mutluluk Çubuğu" olarak bilinmektedir ve çok değişik çeşitleri vardır. Penise sertlik vererek cinsel ilişkiyi olası hale getirirler ve hayli kullanışlıdırlar.
3.Damar Cerrahisi: Penis damarlarının tamir ve canlandırılması amaçlı ameliyatlardır.
4.Vakum Cihazları: İlişki öncesi uygulama ile peniste sertleşmeye yardıma olurlar.
5.Psikoterapi: Cinsel hayattan olan beklentilerin saptanması, eşlerin uyumlarının sağlanması, cinsel davranış eğitimleri ve cinselliğe ait bilgilerin gözden geçirilmesine yönelik desteklerdir.

Unutmayalım ki hayatımızda cinsellik, nefes alma, yemek yeme kadar doğal ve temel bir unsurdur ve mutlu bir hayatın bütünleytcisidir. Lütfen Çekinmeyin doktorunuza danışın.

VÜCUT İÇİN GEREKEN 6 BESİN GRUBU

24 Mart 2009 Salı

1- SU:
• Kilomuzun %60'ı sudur.
Besinleri hücrelere taşır. Sindirimi düzenler.
• Kaynakları: Su, meyve suyu, çorbalar, sıvı içecekler vs.

2- MINERALLER:
• Kemiklerde, dişlerde ve kanda bulunur.
Enerjinin kullanılmasını sağlar.
Özellikle gençler için:
• Kalsiyum: Süt-yoğurt ve süt ürünlerinde bulunur.
Kemik, dişler ve sinir sistemi için için gerekir.
• Demir: Et, yumurta sarısı ve sakatatlarla birlikte, yeşil yapraklı sebzelerde (ıspanak gibi) ve kuru meyvelerde bulunur.

3- PROTEİNLER:
• Hücre yapımı ve tamirinde, enfeksiyonla mücadelede ve kanı güçlendirmede görev alır.
yapıtaşı olarak proteinler amino asitlerden yapılmıştır.
Özellikle elzem 8 amino asit çok önemlidir.
• Kaynakları: Yumurta, et, tavuk, balık, hindi, süt-peynir-yoğurt elzem amino asitleri içerir.
• Diğer amino asit kaynakları ise: Kuru baklagiller, ekmek, pirinç ve bulgurda bulunur. Doğru kombinasyonlar vücut için gereken 8 amino asit ihtiyacını karşılar.

4- VİTAMİNLER:
• Besinlerin vücut içinde doğru sindirilmelerini sağlar.
• En iyi kaynakları: Havuç, ıspanak, brokoli, yeşil biber, marul, kavun, ekşi meyveler, domates, patates, tam tahıllar, süt ürünleri, balık, et, kümes hayvanları.

5- KARBONHİDRATLAR:
• Kaslar, sinirler ve beyin için enerji (kalori) oluştururlar. "Kompleks" karbonhidrat içeren besinler kalori ile birlikte diğer besin gruplarını da içerirler ve bunlara ilave olarak sindirim sistemini regüle ederek bazı hastalıklara karşı koruyucu etki yaparlar.
"Basit" karbonhidratlı besinler sadece enerji ihtiyacımızı karşılar biz buna "boş" kalori deriz.
• Kompleks Karbonhidrat Kaynakları (Nişastalı): Ekmekler, tahıllar, fındık, tohumlar, kurubaklagiller ve bazı meyveler.
• Basit Karbonhidrat Kaynakları: Beyaz şeker, esmer şeker, bal ve bazı meyveler.

6- YAĞLAR:
• Vücudumuza enerji ve yağ asidi sağlarlar ve sindirime yardım ederler. Fazla yağ sağlığa zararlıdır.
• Kaynakları: Sıvı yağ, margarin, tereyağ, tam yağlı süt, krema, bazı peynirler, etler, kümes hayvanları (derili), yumurtalar, çikolata, avokado, fındık, ceviz, keten tohumu.

Sağlıklı Beslenme için 10 Altın Kural

23 Mart 2009 Pazartesi

1. Güne Kahvaltı Ederek Başlayınız.
UZUN GEÇEN UYKU SÜRESİNİN ARDINDAN GÜNE İYİ BİR KAHVALTIYLA BAŞLAYARAK BOŞALMIŞ OLAN BENZİN DEPONUZU DOLDURUNUZ.
Tam buğday unlu ekmekten yapılmış bir tost, yoğurt, meyva, müsli, sütlü yulaf ezmesi veya diyetisyeninizin önerdikleri iyi bir kahvaltı menusudur.

2. Hareketinizi Arttırınız.
Günlük fiziksel aktiviteleriniz arasına 30 dk. egzersiz için vakit ayırmak hiç de zor değildir. Televizyon izlerken veya ev ödevlerinizi yaparken her saat başı 10 dk. ayırıp egzersiz yapabilirsiniz. Arkadaşınızı görmeye giderken dolmuş veya taksi kullanmak yerine belli bir mesafeyi yürüyerek tamamlayabilir, bisikletle ya da koşarak gidebilirsiniz. Asansör kullanmak yerine merdivenleri çıkabilirsiniz.

3. Ara Öğünleri Sakın Atlamayınız.
ARA ÖĞÜNLER BOŞALMAKTA OLAN DEPOYU TEKRAR DOLDURMAK İÇİN ÇOK ÖNEMLİDİR. Değişik besin gruplarından değişik besinleri seçebilirsiniz. Bir bardak yarım yağlı süt ve bir iki kraker, bir elma, yulaf ezmesi veya bir küçük meyveli yoğurt sağlıklı bir seçim olur. Ara sıra kek, cips ve çikolata da yiyebilirsiniz.

4. Besin Seçimlerinizi Dengeleyiniz - Sürekli Aynı Besini Tüketmeyiniz.
Eğer hamburger, patates kızartması ve dondurmadan vazgeçemiyorsanız, bu besinleri hangi sıklıkla yediğinizi kontrol ediniz. Çünkü bedeninizin protein, karbonhidrat, yağ ve çeşitli vitamin ve mineralleri, Vit A-C, demir ve kalsiyum gibi çeşitli yiyeceklerden almaya ihtiyacı vardır.

5. Arkadaşınız ve Ailenizle Uyum İçinde Olunuz.
Arkadaş veya aileyle yapılabilecek grup aktiviteleri çok eğlenceli olabilir. Arkadaşlarınızı; hafta sonları sizinle birlikte grup egzersizi yapmak için teşvik ediniz. Bunlar bisiklete binmek, basketbol, voleybol
olabilir.

6. Daha Fazla Kepekli Besin, Meyve ve Sebze Tüketiniz.
Bu besinler size enerji vermekle birlikte vitamin, mineral ve posa da içerirler. Tam buğday unlu ekmeği beyaz ekmeğe tercih ediniz. Makarna-kepekli pirinç
tahıl grubuna girer.

7. Okuldaki Veya Çevrenizdeki Fiziksel Aktivitelere Katılınız.
HER NASILSA OKULDA VE ÇEVRENİZDE UYGULANMAKTA OLAN FİZİKSEL AKTİVİTELERE KATILINIZ. FOLKLOR, GRUP AKTİVİTELERİ
OLABİLİR.
Bu egzersizler hem okul başarınızı hem de iş başarılarınızı arttırır ve bedeninizin daha iyi görünmesini sağlar.

8. Besinler İyi Ya da Kötü Değildir.
Sağlıklı beslenmeyi organize etmek yap-boz oynamaya benzer. Her yiyecek farklı özellikler taşır. Bazı besinler daha çok yağ, şeker veya tuz içerebilirler. Ya da bazılarında vitamin veya posa yoktur. Diyeti iyi ya da kötü yapan bu besinleri nasıl seçtiğinizdir. Seçimdeki denge çok önemlidir. Örneğin; yağlı gıdalardan oluşan bir menüyü öğle yemeğinde tüketmeye özen gösterip diğer öğünleri daha hafif geçirebilirsiniz. Ancak size önerilen miktarda kalmaya dikkat ediniz. Eğer iki dilim pizza önerildiyse üçüncü dilimden kaçınınız.

9. Sağlıklı Beslenme ve Fiziksel Aktiviteleri Eğlence Haline Getiriniz.
SAĞLIKLI BESİNLERİ SEÇİP SİZE UYGUN FİZİKSEL AKTİVİTELERİ YAPMAYI BİR MACERA HALİNE GETİREBİLİRSİNİZ. Yeni besinler kadar, yeni fiziksel aktiviteler deneyebilirsiniz, inanın daha güçlü olduğunuzu, daha iyi göründüğünüzü ve kendinizi daha iyi hissettiğinizi anlarsınız. Yaşamınızda iyi amaçlarınız olsun ve bunlardan asla vazgeçmeyin.

10. Uyku Saatlerine Dikkat Ediniz.
Vücudumuzda hormonların doğru çalışması için uyku saatlerimize özen göstermeliyiz. En erken 07:00 gibi kalkıp en geç 23:30'da yatmalıyız. Geç uyanacak olursak sindirim sistemimiz iyi çalışmaz ve depresyon hormonları devreye girdiği için kendimizi kötü hissederiz.

DEPRESYON

22 Mart 2009 Pazar

Bir süredir eskisi gibi değilsiniz. Sabah çok erken saatlerde uyanıyor, bir daha da uykuya dalamıyorsunuz (ya da geç saatlere kadar uyuyor, yataktan çıkmak istemiyorsunuz). Güçlükle kalkıyorsunuz, rahat bir uyku uyuyamıyorsanız işe gittiğinizde kendinizi işe veremiyorsunuz; çok çalışmadığınız zamanlarda bile yorgunluk hissediyorsunuz, işin kötüsü daha birkaç hafta öncesine kadar işten çıktığınızda kendinizi rahatlamış hisseder, özellikle hafta sonları kendinizi kırlara, deniz kenarlarına atardınız; belki sinemaya gider ya da ailenizle yemeğe çıkardınız.
Ama artık hiçbir şey sizi neşelendirmiyor; eskiden zevkle yaptığınız şeylere karşı ilginizi kaybettiniz, içinizden yemek yemek bile gelmiyor (ya da yemek yemekten başka bir şey düşünemiyorsunuz). Kendinizden hiç memnun değilsiniz, işlerin hep kötüye gitmesinin sorumlusu da sizsiniz. "Zaten hep böyle oldu, hayatım hep hatalarla geçti" diye düşünüyorsunuz.

Depresyon Klinik Tanısı:
işte bu tabloya psikiyatride depresyon diyorlar. Depresyon tanısı koyabilmek için en az iki haftalık bir dönem sırasında işlerin eskisinden daha kötüye gitmesi ile birlikte aşağıdaki belirtilerden en az beşinin bulunması ve bunlardan en az birinin depresif ruh hali ya da ilgi kaybı/zevk alamama olması gerekir.

Depresyon tanısı için aranan belirtiler:

  • Hemen her gün, yaklaşık gün boyu süren depresif (çökkün) ruh hali (üzgün görünüm ya da ağlama)
  • Hastanın eskiden yaptığı işlerden zevk alamaması, her şeye karşı ilgisini kaybetmesi
  • İştahın artması ya da azalması (buna bağlı olarak önemli ölçüde kilo verme ya da alma)
  • Hemen her gün uykusuzluk ya da fazla uyuma
  • Hemen her gün huzursuzluk, yerinde duramama ya da hareketsizlik
  • Hemen her gün yorgunluk ya da enerji kaybının olması
  • Hemen her gün kendini değersiz hissetme ya da suçluluk duyma
  • Hemen her gün düşünme ya da yoğunlaşma yetisinde azalma veya kararsızlık
  • Tekrarlayan ölüm düşünceleri, intihar fikirleri veya tasarılarının olması
Depresyon Ayırıcı Tanısı:
Depresif (çökkün) ruh haliyle başvuran kişiye depresyon tanısı konmadan önce bazı rahatsızlıklardan ayrımının yapılması gerekir. Bunların başında diğer tıbbi durumlar, alkol ya da uyuşturucu madde kullanımı ve diğer psikiyatrik hastalıklar gelir. Hastanın ayrıntılı hastalık ve sağlık hikayesinin alınması, fizik muayenesinin ve laboratuvar tetkiklerinin yapılması sonucunda gripal enfeksiyondan başlayarak tiroid işlevlerinde bozulmaya, romatizmal hastalıklara, tümörlere kadar depresif ruh haline neden olabilecek diğer bozukluklar dışlanır. Çeşitli ilaçlar da depresyona neden olabilirler; kortizon, bazı kalp ve tansiyon ilaçları, yatıştırıcılar, antibiyotikler gibi.

Ayrıca depresyonun diğer ruhsal hastalıklardan ayırıcı tanısı yapılır, ama elbette depresyon diğer ruhsal hastalıklarla birlikte de bulunabilir. Örneğin, depresyon manik depresif bozukluğun (iki uçlu hastalığın) bir yüzü olabilir. (Bu tür durumlarda tedavi önemli ölçüde farklılaşabilir ve manik bir atağın önceden tespiti ve tedavisi için hastanın titiz bir şekilde takip edilmesini gerektirir.)
Dahası, depresyon şizofreni gibi psikotik bozukluklarda, (panik bozukluk, saplantılı bozukluk, yaygın kaygı bozukluğu gibi) kaygı bozukluklarında, yaşam olaylarına tepki olarak ortaya çıkan ve genellikle kısa süreli olan uyum bozukluklarında ortaya çıkabilen bir tablodur.
Kimi kayıplardan sonra yaşanan yas genellikle depresyon olarak kabul edilmez, ancak yasın şiddeti, süresi ve hastanın yas sürecini yaşama biçimi (değersizlik, suçluluk duyguları ve intihar fikirleri gibi belirtilerin bulunması) ek bir depresyon tanısını gerektirebilir.

Depresyon Tedavisi:
Depresyonun gerek psikoterapisi, gerekse ilaçla terapisi yüz güldürücüdür. En iyi sonuçlar, iki tedavi biçiminin birlikte, yeterli dozda ve yeterli sürede uygulanması halinde alınmaktadır.

Son yıllarda, diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi, depresyonun ilaçla tedavisinde de büyük mesafeler kat edilmiştir. Yine diğer psikiyatrik hastalıklarda olduğu gibi, depresyonun da dünya çapında giderek yaygınlaşması ve toplumsal maliyetinin artması, hastaları günlük hayatlarını bozmadan, en az yan etkiyle tedavi edecek ilaçların geliştirilmesi çalışmalarına hız kazandırmıştır.

Nitekim bugün depresyon tedavisinde kullanılan ilaçların büyük çoğunluğunun yan etkileri çok azdır; hasta bu ilaçları alırken uyku, sersemlik gibi sorunlar yaşamadan günlük hayatını devam ettirebilir. Ayrıca bu ilaçların hep korkulduğu gibi bağımlılık yapıcı etkileri yoktur.

Depresyon tedavisinde yaşanan en önemli sorunlardan biri ilaçların yeterli dozda ve sürede kullanılmamasıdır.
Bu nedenle, tedavinin türüne, kullanılan ilacın dozuna ve etkinliğine, ne kadar süre kullanılacağına, ne zaman etkisiz bulunup değiştirilmesi, ne zaman yeterli bulunup bırakılması gerektiğine mutlaka bir psikiyatr denetiminde karar verilmelidir.

Depresyon tablosu iyileşse bile, hastalığın tekrarlamaması için, tedavinin uygun bir süre devam ettirilmesi gerekir. Bilişsel-davranışçı terapilerden dinamik psikoterapilere kadar geniş bir yelpazedeki psikoterapi türleri depresyonda etkilidirler. Kimi zaman grup terapileri, aile veya eş terapileri gibi tedaviler de eklenebilir ya da tek başlarına kullanılabilirler.

Tedavinin ayaktan yürütülemediği bazı hallerde (tedaviyi reddetme veya aşırı düşkünleşme, yoğun intihar düşünceleri, psikotik belirtilerin bulunması gibi) hastanın hastaneye yatışı gerekebilir.

İlaç tedavileri ve psikoterapilerin yetersiz kaldığı kimi durumlarda elektroşok tedavisi depresyonun en etkili tedavi yöntemlerinden biridir.

ŞİŞMANLIK (OBEZİTE - FAZLA KİLO)

Şişmanlık
ideal vücut tartısına göre sahip olduğunuz ağırlık fazlalığıdır. Yanlış beslenme, vücut enerji dengesinin bozulması dışında, genetik, hormonal, psikolojik ve besin alerjilerinden kaynaklanan nedenleri olabilir.

İdeal Vücut Tartısı: Lorentz-Vandervael Formülü
Kadın : 50 kg+(boy cm-150) x 0,6
Erkek : 50 kg+(boy cm-150) x 0,7
ile hesaplanabilir.

Besin alerjilerinden kaynaklanan obezite İMMOPRO300TESTİ ile saptanabilmektedir.

Şişmanlığı Belirleyen Kriterler:
• En yaygın ölçüm vücut kitle endeksidir.(VKI-Body Mass lndex)
VKİ değerleri: (kg/m2) olarak hesaplanır.

Örneğin: 85 kg 1.75 cm boyunda bir bayan için VKİ:
27,7 dir.

  1. 18.5 kg/ m2 altında olanlar Zayıf
  2. 18,5-24,9 arasında olanlar Normal Kilolu
  3. 25,0-29,9 arasında olanlar Hafif Şişman
  4. 30,0-34,9 arasında olanlar Orta Şişman
  5. 35,0-39,9 arasında olanlar Ağır Şişman
  6. 40,0 ve üzerinde olanlar Morbid Şişman olarak vasıflandırılır.

• Bel Çevresi Ölçümü
Bel bölgesi kalınlığı;
Erkek: 94-102 cm arasında olmalı
Kadın: 80-88 cm arasında olmalı

• Bel / Kalça Oranı
Bel/ Kalça oranının 0,7'den az olması normal sayılır.
Kadında 0,8 üzeri,
Erkekte 1,0 üzeri şişmanlık göstergesidir.

• Deri Kıvrım Kalınlığı DKK
Triseps veya subskapula DKK da tek başına veya
birlikte kullanılabilinir.
Kadın: 30 mm'den fazlası,
Erkek: 20 mm'den fazlası üzeri şişmanlığı tanımlar.

Vücut Yağ Dağılımı
Vücudumuzda depo olan yağ; adipoz dokuyu oluşturan trigliseritlerdir.
Yetişkin kadının beden ağırlığının % 20 ile % 27 arasında, yetişkin erkeğin beden ağırlığının % 12 ile % 15 arasında adipoz dokudur. Adipoz dokunun vücuttaki dağılımı erkek ve kadında değişiklik gösterir.
  • Android Tip: Yağın bedenin üst tarafında (ElmaBiçimi)
  • Jenoid Tip: Yağın bedenin alt tarafında (Armut Biçimi)
toplanmasıdır. Armut biçimi kadında daha sıklıkla
görülür.

Alınan Enerji=Harcanan Enerji dengesi
bozulduğunda alınan enerjinin fazlası yağ dokusunda artışa neden olur. Yağ hücrelerine yeni lipitler eklenir (hipertrofi) veya yeni yağ hücreleri sentezlenir, hücre sayısı artar (hiperplazi). Böylece ağırlık artışı meydana gelir.

Hiperplazi:
Çocuk ve yetişkinde büyüme sürecinin bir kısmıdır.

Hipertrofi:
Yetişkinlikte ağırlık kazanımı daha çok hücre genişlemesi şeklinde olur.

Hiperplazik şişmanlıkta ağırlık kaybı zor olur ve verilen kilolar hızla geri alınabilir. Yaşa bağlı olarak bazal metabolizma hızı azalacağından özellikle menopoz döneminde şişmanlık bir sağlık sorunu olarak ortaya çıkar. Menopoz döneminde VKİ'nin % 25'ten % 27'ye kayması osteoporoz riski açısından; yağ hücrelerinde depolanmış olan östrojen nedeniyle olumlu bir etki gösterir. Bu nedenle şişmanlık; balık etinde olmakla karıştırılmamalıdır.

Şişmanlığın Neden Olduğu Hastalıklar:
Kalp-Damar Hastalıkları:
ABD'de yapılan bir çalışmada yüzbinden fazla kadın on altı yıl boyunca izlenmiş olup VKİ 29 kg/m2'den fazla olan kadınlarda kardiyovasküler hastalıktan ölüm, VKİ 21kg/m2'den az olanlara göre dört kat fazla saptanmıştır.
Yüksek Kan Basıncı:
Kan basıncının 140/90 mmHg dan yüksek olduğu hipertansiyon serebrovasküler hastalıklar için önemli bir risk kaynağıdır. Her bir kiloluk düşüş, kan basıncını 2 mm/Hg aşağıya düşürür.
Şeker Hastalığı:
Diyabet sıklığı şişman kadınlarda zayıf olanlara nazaran orta yaşlardan itibaren % 30 fazladır. Türkiye'de her yüz kişiden ikisi şeker hastasıdır.
Kanser:
Kanserin değişik çeşitlerinin şişmanlıkla ilgili olduğu saptanmıştır. Menopoz sonrası dönemde meme kanseri, över kanseri bunlardandır. Unutulmamalıdır ki kanser hücreleri yağ hücresinden beslenir. Az sıvı tüketimi ayrıca mesane, prostat ve testis kanser riskini arttırır.
Reflü:
Mide ile yemek borusu arasındaki kaslardan oluşan kapakçığın gevşemesinin önemli nedenlerinden biri de şişmanlıktır.
Safra Kesesi Taşı: 20-60 yaşlar arasında kadınlarda safra taşı görülme sıklığı, erkeklere nazaran üç kat fazladır. Yaş, şişmanlık, sık doğum safra taşı görülme sıklığını arttırır.
Böbrek Taşı:
Sıvı alımı yetersizliği ve yanlış beslenmeden kaynaklanan şişmanlık böbrek taşı oluşmasının nedenlerinden biridir.
Gut:
Vücuda alınan fazla proteinli gıdaların son atık ürünü olan "Ürik Asit" maddesinin vücutta fazla birikip, eklem boşluklarına girişi sonucu eklemlerde oluşan iltihabi bir hastalıktır.
Kısırlık:
Hormonal şişmanlık söz konusu olduğunda hem erkekte hem de kadında kısırlık nedeni olabilir.
Depresyon:
Özellikle menopoz döneminde kilo alımı ile birlikte depresyona sık rastlanır. Bu dönemde yapılacak bir beslenme eğitimi sıkıntıların oluşumunu engelleyebilir.
Bel-Boyun Fıtığı:
Yanlış beslenmenin tetiklediği osteoporoz omur fıtığı nedeni olabilir.
Astım:
Obezite ile birlikte akciğer kapasitesi daraldığından nefes alıp verme, merdiven çıkma zorlaşır. Allerjiye karşı meyil artar.

Şişmanlıktan Korunma Yolları
Beslenme anne karnında başlayan fizyolojik,psikolojik ve sosyolojik bir olgudur. Anne karnındaki dönemden itibaren yeterli ve dengeli beslenme önemlidir. Bu nedenle hamile annelerin gebelik beslenmesi konusunda eğitim almaları gerekir.
• Yaşımıza uygun olan boy-kilo ölçümünü ve vücut yağ oranımızı bilmek
• Hormonlarımızın doğru çalışıp çalışmadığını kontrol ettirmek
• Meditasyon, yoga gibi stresle baş etme tekniklerini öğrenmek.
• Fiziksel aktiviteyi arttırmak
• Öğün atlamamak
• Ara öğünleri önemsemek
• Bir besin alerjisi olup olmadığını test ettirmek
• Genetik yapımızı bilmek
• Doğru zamanda, doğru miktarda, doğru besinleri vücudumuza almak, bunun için bir diyetisyenle işbirliği yapmak ve beslenme alışkanlıklarımızı yeniden yapılandırmak
• Uyku saatlerine özen göstermek
• Boşaltım sisteminin iyi çalışmasını sağlamak.

ANESTEZİ

"Siz uyurken, sizin için uyanığız."
Anestezi, ağrı ve diğer duyuları hissetmemizi önler. Çeşitli yollar ile uygulanabilir ve her zaman bilinç kaybı gelişmez. Anestezinin yararı, tüm duyu ve ağrıyı ortadan kaldırması ve ameliyatları yapılabilir hale getirmesidir.
Günümüzde; eklem protezleri, organ nakilleri gibi pek çok önemli ve zor ameliyat anestezide güven ve konforun sağlanmasıyla yapılabilir olmuştur.
Lokal ve bölgesel anestezi uygulamasında vücudunuzun bir parçasını etkileyecek enjeksiyonlar yapılır. Bilinç düzeyiniz değişmeden ağrı duyunuz kaybolur.
Genel anestezi kontrollü olarak bilincin kaybolduğu durumdur. Bazı ameliyatlar için gereklidir. Bilinç açık değildir ve hiçbir şey hissedilmez.
Anestezi doktorları, altı senelik tıp eğitiminden sonra; en az dört sene süreyle ameliyathanede, yoğun bakımda ve acil servislerde, anestezinin çeşitli uygulamaları, ağrı tedavisi ve yoğun bakım eğitimi almış uzman doktorlardır.

Ameliyat öncesi anestezi doktoruyla görüşmenin amaçları;
• Sizi tanımak, isteklerinizi, ihtiyaçlarınızı, tıbbi geçmişinizi öğrenmek, sorularınızı yanıtlamak ve yapılacak işlemler hakkında bilgilendirmek, tüm sorularınıza cevap bulmuş, ekibi tanıyarak, güvenmiş ve huzur içinde ameliyata girmenizi sağlamak,
• Tıbbi geçmişinize ve fizik durumunuza göre riskleri belirleyebilmek ve önlemleri alabilmek için gereken laboratuvar incelemelerini ve konsültasyonları yapmak,
• Size ve şartlarınıza en uygun anestezi yöntemini belirlemek, size uygun olarak oluşturulan anestezi ve ağrı tedavisi teknikleri ile ilgili bilgilenmenizi sağlamak ve izninizi almak,
• Ameliyat öncesi dönemde ameliyatınızın daha başarılı olabilmesi için yapabileceklerinizi belirlemektir.

Premedikasyon, anestezi öncesi rahat hissetmenizi ve ameliyat sonrasını daha konforlu geçirmenizi sağlamak amacıyla verilen ilaçlara denir ve sıklıkla kullanılır.
• Uyuşturucu krem; yapılacak iğnenin canınızı acıtmasından çekiniyorsanız, uygulanabilir.
Ameliyathane; ameliyat odası, derlenme bölümü ve buraları birbirine bağlayan koridorlardan oluşur. Giysileri, konuşmalarıyla, hızlı, hareketli temposu ve trafiğiyle alışılandan farklı bir ortamdır. Burada anestezi doktorunuz huzurlu ve iyi olmanız için sizin güvencenizdir. Unutmayın ki; "Siz uyurken, anestezi doktorunuz sizin için uyanık olacak".
• Anestezi doktorunuz, ameliyat başlamadan önce sizi bazı cihazlara (kalp hızı, kan basıncı, kan oksijen düzeyiniz) bağlayacak. Böylece ameliyat boyunca yaşamsal bulgularınızı izleyebilecek.
• Ameliyatınızın bitiminde, derlenme bölümünde tamamen kendinize gelene ve kullanılan anestezi ilaçlarının etkisi ortadan kalkana kadar takip edilir, daha sonra servisinize götürülürsünüz.
• Ağrı tedavisi, hem sizin kendinizi iyi hissetmeniz, hem de ameliyatınızın başarılı olabilmesi için önemlidir. Ağızdan alınan ilaçlar, kas veya damar içi enjeksiyon ile kullanılan ilaçlar, fitiller, hasta kontrollü ağrı tedavisi pompası ve çeşitli bölgesel anestezi yöntemleriyle ağrı tedavisi yapılabilir.
• Anesteziye bağlı yan etkiler ve istenmeyen durumlar; tıbbi her eylemde ve girişimde olduğu gibi, her an ve herkeste gelişebilir. Önemli olan deneyimli ellerde, yakın takip altında bu işlemlerin yapılması, gelişmelerin ve değişimlerin çok erken tanınması ve gereken önlemlerin alınmasıdır.

HİPERTANSİYON ( TANSİYON YÜKSEKLİĞİ )

20 Mart 2009 Cuma

Hipertansiyon Yada Tansiyon Yüksekliği Nedir?
Kan basıncının istenilen değerlerin üzerinde olması durumu hipertansiyon olarak tanımlanır. Kan basıncı sistolik (büyük tansiyon) ve diyastolik (küçük tansiyon) basınç olarak iki farklı değerden oluşur.
Normal kan basıncı değerleri sistolik için 120 mmHg, diyastolik için ise en çok 80 mmHg olmalıdır.
Sistolik 140, diyastolik 90 mmhg üzeri değerler ise hipertansiyon olarak kabul edilmektedir.
140/90-120/80 arası değerler prehipertansiyon yani tansiyon öncesi dönem olarak kabul edilmektedir.
Bu gruptaki hastalarda hipertansiyonlu hastalar gibi yakından takip edilmelidir.

Hipertansiyonun Sıklığı Nedir?
Türkiye'de 28 yaşın üzerindeki erişkin erkeklerin %49' unda, erişkin kadınların %56'sında kan basıncı yüksekliği vardır.
Bir başka deyişle ülkemizde yaklaşık 16.3 milyon insanın hipertansiyonlu olduğu söylenebilir.
Bu nedenle toplumun her yaş grubundan bireyler yılda en az bir kez tansiyonlarını kontrol ettirmelidirler.

Hipertansiyon Belirtileri Nelerdir?
Hipertansiyon pek çok zaman belirti vermeyebilir, bu nedenle yüksek tansiyonu olan insanlar durumlarının farkında olmayabilir.
En sık belirtiler baş ve ense ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, burun kanaması ve nefes darlığıdır.
Bunların haricinde halsizlik, sık idrara çıkma, kas krampları da görülebilir.
Hiçbir belirti olmadan da hipertansiyon olabileceğinden ergenlik sonrası dönemde en az yılda bir kez tansiyon ölçtürülmelidir.

Hipertansiyonun Zararları Nelerdir?
Hipertansiyon, beyin kanaması, felç, kalp yetersizliği ve kalp krizi, böbrek yetersizliği, görme kaybı gibi hastalıklara neden olabilir.
Bu hastalıklar uzun dönemli ve kontrolsüz hipertansiyonun sonucunda ortaya çıkan durumlardır. Kontrolsüz tansiyon yüksekliği damar sertliğine (ateroskleroz) ve dolayısı ile felç ve kalp krizi gibi damar tıkanıklığı nedeniyle oluşan hastalıklara yol açmaktadır.
Yine uzun dönemde böbrek yetersizliği ve görme bozuklukları kontrolsüz hipertansiyonun olumsuz sonuçlarıdır. Hipertansiyon kalp kasının yükünü artırdığından, kalp kaslarında kalınlaşma ve uzun dönemde de kalp büyümesi ve kalp yetersizliği ile sonuçlanabilmektedir.
Kısacası yüksek tansiyon tedavi edilmez ise ölümcül sonuçları olan bir hastalıktır.
Tüm bunlara rağmen kan basıncı değerleri normal sınırlarda tutulan hipertansiyon hastalarında bu hastalıkların oluşması önlenebilir.

Hipertansiyon Tedavisi Nasıldır?
Hipertansiyon tedavisi ömür boyudur, tedavide kullanılan ilaçlarla kan basıncı normal sınırlara düşer ancak tedavi kesilirse kan basıncı yine eski değerlerine ulaşacaktır. Bu nedenle tedaviye ara verilmemeli, en az yılda bir kez doktora kontrole gidilmelidir.
İlaçların yanında uygulanacak bazı hayat tarzı değişikliklerinin de tansiyon kontrolünde önemli rolleri vardır.
Sigaranın bırakılması, fazla kiloların kaybedilmesi, alkol tüketiminin kesilmesi, düzenli egzersiz program uygulanması, tuz alımının kısıtlanması, potasyum içeriği fazla besinlerin tüketilmesi (muz, patates, kuru meyveler), uygun diyet yapılması, stresten uzak durulması, ilaçların düzenli olarak kullanılması ve düzenli doktor kontrolüne gidilmesi mutlaka dikkat edilmesi gereken konulardır.

Bazen tek başına sigaranın bırakılması ve fazla kiloların verilmesi tansiyonun kontrol altına alınmasında yeterli olabilmekte ve ilaçların azaltılması ya da kesilmesini sağlayabilmektedir.
Bu nedenle hipertansiyonu olan hastaların hayat düzenlerinde önemli değişikliklere gitmeleri gerekmektedir.

Bir yakınımda hipertansiyon var, benim kullandığım ilacı ona da verebilir miyim?
Hayır, kesinlikle böyle bir davranışta bulunmayınız, bulunanları da uyarınız. Sizin için uygun olan bir ilaç bir başkası için zararlı olabilir, bu nedenle yakınınızın bir doktora başvurmasını öneriniz.
Kan basıncımı evimde ölçebilir miyim?
Kan basıncının nasıl ölçüleceği konusunda yeterli bilgiyi bir doktor veya eğitim programından öğrenmeye çalışınız. Bilek ve koldan kan basıncı ölçen elektronik aletler de kullanılabilir; ancak bu aletlerin güvenilirliğini anlamak amacı ile civalı bir tansiyon aleti ile alınan değerlerle karşılaştırmasının yapılması uygun olur. Ayrıca bilekten ölçen cihazların, kabaca fikir vermekle birlikte, güvenilirlikleri sınırlıdır. En doğru sonuç veren aletler civalı ölçüm cihazlarıdır.
Tansiyon ölçülürken nelere dikkat etmeliyim?
Kan basıncı ölçülmeden önce en az beş dakika dinlenmelisiniz. Son yarım saat içinde kahve, kola gibi kafeinli içecekler veya sigara içmemiş olmalısınız. Tansiyon aletiniz kolunuzun çevresini ve boyunu yeterli olarak sarmalıdır, dinleme cihazını (steteskop) tansiyon aletinin manşonu altına sokmamalısınız.

Hipertansiyon tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkileri var mıdır?
Her ilacın kendine özgü yan etkileri olabilir. Kullandığınız ilaçların yan etkileri konusunda doktorunuza danışınız, ancak genel olarak söylemek gerekirse tedaviden elde edilecek yarar ilacın olası zararından çok daha fazladır. Bu nedenle hipertansiyon tedavisi için verilen ilaçlar düzenli olarak kullanılmalıdır.

SES KISIKLIĞI

17 Mart 2009 Salı

İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özellikler konuşma ve düşünme yetenekleridir. Konuşma, larenks (Gırtak) tarafından oluşturulan bir dizi süreçle meydana getirilen ses sayesinde başanlnmaktadır. Kişi de değişik nedenlerle oluşabilecek ses kısıklığı başta sesini profesyonel olarak kullananlarda olmak üzere herkesi derinden etkilemektedir.


SESİMİZ NASIL OLUŞUR:
Sesin oluşumunda;akciğer, larenks (gırtlak) ve üst solunum yolları ve sinüsler değişik görevler üstlenmektedir. Bunlardan akciğer, larenkste yerleşen ses tellerinin titreşmesini sağlayan basınçlı havayı temin eder. Larenks ses tellerini bandırarak sesimizin oluşumunda önemli bir rol oynar.
Üst solunum yolları ve sinüslerimiz ise oluşan sesin şekillenmesini (rezonans) sağlar.
Bu organların değişik rahaısızltkları sesin karakterinin bozulmasına neden olur.

SES KISIKLIĞININ NEDENLERİ:
Ses kısıklığı, özellikle sesini uzun süre kullanan meslek gruplarında (öğretmen, ses sanatçıları vs.), sigara, çay ve kahve gibi keyif vericileri bol miktarda kullananlarda daha sık bir şekilde görülmekledir. Ses kısıklığına neden olan patolojilerin büyük çoğunluğu ses telleri üzerinde veya çevresinde yerleşir.
Bu patolojiler içinde diğerlerine göre daha az görülmesine karşın en ciddi olanı ses telinden kaynaklanan kötü huylu tümörler (noduller, polipler, kistler v.s.) aynı şekilde kendini ses kısıklığı yaparak belli etmektedir.
Ses kısıklığı yapan diğer patalojiler ise enfeksiyonlardır. Bunlardan özellikle kış aylarında toplum için büyük bir sağlık problemine neden olan üst solunum yolların enfeksiyonları önemli yer tutarlar.
Bir diğer ses kısıklığı nedeni ses tellerinin tek veya çift taraflı felçleridir. Bu duruma özellikle guatr amaliyatları sırasında ses tellerini hareket ettiren sinirin kesilmesi sebep olmaktadır.

Vücudumuzun başka bölgelerinde yerleşenlere nazaran ses tellerinin kötü huylu tümörleri çok erken dönemlerde ses kısıklığı yaparak erken teşhise olanak sağlamakta ve bu da hastalığın ilerlemeden tedavisine olanak sağlamaktadır.
Bu nedenledirki 10 günü aşan ses kısıklığı durumlarında mutlaka kulak burun boğaz muayenesi olmanız gerekmektedir.
Ses kısıklığı şikayetiyle başvuran hastalarda özellikle yapılması gereken dikkatli bir şekilde hastanın sorgulanmasıdır. Bu esnada hekimde ses kısıklığın nedenine yönelik bir fikir doğacaktır.
Takiben yapılan muayenede en önemli aşama, ses tellerinin endoskopik olarak görülmesidir. Bu sayede ses tellerinin görünüm ve hareketleri ayrıntılı olarak degeriendirilmektedir.

SES KISIKLIĞININ TEDAVİSİ:
Ses kısıklığına neden olan patolojiler içinde en sık olarak görülen üst solunum yollarının enfeksiyonlarının tedavisinde antibiyotik, sistemik dekonjestan, antiinflamatuar ilaçlarla sıkça başvurulmaktadır. Özellikle bu dönemde hastaların sıvı tüketimlerini arttırmaları tedaviye yardıma olması bakımından çok önemlidir.
Ses kısıklığının melign (kötü huylu) tömürlerinde mümkün oldukça en erken dönemde tümöral kitlenin cerrahi olarak temizlenmesidir.
Ses tellerinin iyi huylu tümörlerinden nodüllerde özellikle ilerlememiş vakalarda konuşma terapisiyle fayda görmektedir. Ancak polip, kist, reinke ödeminde cerrahi olarak kitlelerin çıkarılması gerekmektedir.

Sonuç olarak
pek çok değişik nedenle meydana gelen ses kısıklığının tedavisinde en önemli nokta erken teşhistir. Erken dönemde tespit edildiğinde, sınırlı cerrahi rezeksiyonla kolaylıkla tedavisi mümkün olan ses tellerinin kötü huylu tümörleri teşhiste geç kalındığında hayati tehlike yaratan sağlık problemi haline gelmektedir.

BAŞAĞRISI

16 Mart 2009 Pazartesi

Başağrısı toplumda en sık karşılaşılan şikayetlerin başında gelmektedir. Yapılan epilemiyolojik çalışmalar, kişilerin yaklaşık %90 kadarında yaşamlarının farklı dönemlerinde çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişen başağnsı bulunduğunu göstermektedir.
Başağrısının sınıflandınlması, tanısı ve tedavisinde önemli bir nokta, birincil ve ikincil başağrılarının birbirinden ayırt edilmesidir.

BİRİNCİL BAŞAĞRILARI:
Tüm başağrılarının %90'ını oluşturan, organik bir nedenin saptanamadığı başağrılardır.

  • Migren
  • Gerilim tipi başağrısı
  • Küme dpi başağrısı
  • Kronik günlük başağrısı

SEKONDER BAŞAĞRILARI:
Tüm başağnlannın %10'unu oluşturan, yapılan incelemelerde organik bir nedenin saptandığı başağrılarıdır.
Bu yazıda başağrılar arasında düşük oranda görülmesine rağmen değerlendirmede veya tanıda gecikme olursa ciddi sağlık problemlerinin hatta hayati tehlikenin ortaya çıkabileceği göz önüne alınarak sekonder başağrılarının tartışılması planlanmıştır.

SEKONDER YANİ SEMPTOMATİK BAŞAĞRILARI:
İntrakranialde (kafa içinde) veya ekstrakranialde (kafa dışında; gözler, kulaklar, sinüsler, vb.) yer alan ağrıya hassas yapıların çeşitli şekillerde etkilenmesi sonucunda ortaya çıkar.
Sekonder başağrıları, zaman içinde ortaya çıkma biçimine göre sınıflandırılabilir

1-BİRDEN BİRE BAŞLAYAN BAŞAĞRILARI:
Ani başlangıçlı başağrılarının tanı konulana kadar akut nörolojik bir olaya bağlı olduğu kabul edilmelidir.
Ani başlangıçla birlikte hızlı ilerleme, ağrıyla birlikle bulantı, kusma, ateş. ense sertliği, lokal nörolojik bulgular (vücudun bir yanında uyuşma, güçsüzlük, konuşmada peltekleşme), papil ödemi yada mental durum değişiklikleri bulunması, inatçı yada ilerleyici bir ağrı olması durumunda aşağıdaki hastalıklar düşünülmelidir:

A- Subaraknoid kanama:
Ağrı tipik olarak akut, şiddetli, iki taraflı ve ani başlangıçtadır, beraberinde ense sertliği, fotofobi, bulantı, kusma, bilinç bulanıklığı yada koma görülebilir.

B- Akut spontan beyin kanaması:
Genellikle önceden hipertansiyon öyküsü olan hastalarda görülür. Akut nörolojik semptomlar tabloya eşlik eder.

C- Akut şiddetli hipertansiyon:
Kan basıncının 180/130 mmHg üzerinde bulunduğu durumlarda görülür.

D- Spontan karotis interna arter diseksiyonu:
Ağrı genellikle tek taraflı göz, göz çevresi ve boyundadır. Nörolojik semptomlar eşlik eder.

E- Akut açı kapanması glokomu:
Gözbulguları, bulantı, kusma başağrısına eşlik eder.

2-ARALIKLI, YİNELEYİCİ BAŞAĞRILARI:
Hastanın öyküsünde buna benzeyen atakların bulunması, aralıklı, yineleyici başağrısı tanısına yardımcı olur.
A- Serebral iskemi ve inme (felç):
İnme geçiren hastalann %35'inde inmeden önce, İnmeyle birlikte veya inme ortaya çıktıktan sonra başağrısı bulunabilir.
B- Serebral ven trombozu:
Aralıklı veya sürekli başağrısı vardır.
C- Obstruktif hidrosefal:
Yürüme bozukluğu, unutkanlık, idrar kaçırma genellikle aralıklı başağrısı ile birliktedir.
D- Sistemik yada kafaiçi enfeksiyonlar:
Başağrısına ateş ve enfeksiyon bulguları eşlik eder.

3-İNATÇI VE İLERLEYİCİ BAŞAĞRILARO:
Bu tip başağrısına neden olan tabloda ilerleyici olduğunda başağrısı başlangıçta aralıklı olsa da sonradan ilerleyici özellik kazanır.
A- Kronik subdural hematom:
İlerleyici, tek veya iki taraflı başağrısına
neden olur. bilinç ve kişilik bozuklukları eşlik edebilir. En sık bebekler, yaşlılar ve kan hastalarında görülür. Hastaların çoğunda kafa travması öyküsü yoktur.
B- Beyin tümörü:
Hastaların %40'ında ilk semptom başağrısıdır. Bulantı kusma, nörolojik bulgular sonradan eşlik eder. Sabah başağnsı ile uyanma sıktır.
Beyin apsası Başağrısı beyin tümöründeki gibidir. Ancak seyri daha hızlıdır.
C- İdiopatik selim kafaiçi basınç artışı:
En sık 20-50 yaşlar arasında, çoğunlukla hormonal bozuklukları olan şişman kadınlarda görülür. Organik bir neden olmaksızın kafaiçi basıncın artması sözkonusudur. Görme bozuklukları tabloya eşlikeder.

BAŞAĞRISI BULUNAN HASTANIN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Başağrısı bulunan bir hastanın değerlendirilmesinde ayrıntılı bir öykü ve fizik muayenenin yanında rutin laboratuar incelemeleri ve bazı başka testler gereklidir.
Başağrısı öyküsünde:
  1. Ağrının başlangıç şekli
  2. Ağrının şiddeti ve niteliği.
  3. Ağrının sıklığı ve sûresi.
  4. Ağrının yerleşimi.
  5. Nörolojik bulgu olup olmadığı.
  6. Mevsimsel değişiklikler.
  7. Ağrıyı ortaya çıkaran ve arttıran nedenler.
  8. Tedaviye yanıt olup olmaadığı
  9. Aile öyküsü.
  10. Uyku ile ilişkisi sorgulanmalıdır.

Baş ağrısı Fizik Muayenesinde;
Baş, boyun, sinüsler ve kulakların, vital bulguların, mental durumun, görme alanının, göz dibinin, ense sertliğinin değerlendirildiği ayrıntılı nörolojik muayenenin yapılması gerekir.

BAŞAĞRISI İÇİN LABORATUAR İNCELEMELERİ:
Başağrısı bulunan bir hastada, altta yatan bir hastalık olup olmadığını anlamak için, tam kan sayımı, kan biyokimyası, endokrinolojik testler ve tam idrar İncelemesi yapılmalıdır.

Beyin Tomografisi (BT): Tümör, apse, inme, sfenoid sinüzit ya da kanama gibi hastalıkların bulunmadığını anlamak amacıyla gereklidir. Nörolojik bulgular bulunduğunda veya başağrısı ani başlangıçlı, ilerleyici nitelikteyse eskiden beri bulunan bir ağrı belirgin derecede şiddetindiyse veya standart tedaviye yanıt alınamıyorsa mutlaka BT izlemesi yapılmalıdır.

Magnetik Rezonans Görüntüleme(MRI): Endikasyonu BT gibidir. BT'ye üstün olduğu lokalizasyonlar ve hastalıklarda tercih edilmelidir.

Lomber Ponksiyon: MSS enfeksiyonu, kanama, tümör araştırılması durumlarında yapılmalıdır.

MR-Anjiografi: Beyin kan dolaşımının değerlendirilmesi gereken anevrizma, vaskülit vb. durumlarda yapılabilir.

Sonuç olarak. "İlk kez bu denli şiddetli başağrısı yaşıyorum" diyorsanız, sizin semptomatik başağrınız olabilir.
Ağırkesici sakın almayın, bu tabloyu maskeleyip sizin doktora başvurmanızı ve tanıyı geciktirebilir.
Sekonder başağrılarında tedavi ağrı kesici değil, saptanan nedenin ortadan kaldırılmasıdır.

KUDUZ

Dünyada yılda 50.000'den fazla ölüme yol açan bu hastalığın etkeni tek sarmallı bir RNA virüsüdür. Bu hastalık daha çok gelişmekte olan ülkelerde meydana gelmektedir. İngiltere, Avustralya, Antartika, Japonya, İskandinavya, Portekiz, Yunanistan ve birçok küçük ada dışında endemiktir.
Ülkelere göre değişen hayvan rezervuarlarda (virüs taşıyıcılar) devamlılığı sağlanır. Örneğin; Avrupa, Kanada ve Kutup Bölgelerinde tilki. Kuzey Amerika'da kokarca, rakun ve yarasalar. Asya'da kurt, köpek. Orta ve Güney Amerika'da Vampir yarasalar gibi.

Kuduzun hayvanlarda iki ana şekli vardır: Köpeklerde kızgın (eksitasyon ve saldırganlık) şekli,
Tilkilerde ise sakin şekli (Letarji ve olağan dışı sakinlik) görülür.

Hayvanlar hastalanıp ölmeden birkaç gün öncesinden itibaren (genellikle 2 hafta içinde) bulaştırlradır.
Çok nadiren hiçbir belirti vermeyen köpekte de kuduz virüsü çıkabilir.
İnsanda Kuduz, Köpek (%82) ya da kedi (%10) ısırığı ya da tırmalaması sonucu virüsle yüklü tükrük aracılığı ile bulaşır. Çok nadir olarak mukozalar veya transplantasyonla (Kornea implantları) bulaşmalar olabilmektedir.
Virüs sağlam deriden geçemez.
Isırık yüze ne kadar yakınsa, kurban ne kadar gençse, yaralar ne kadar derin ve çok sayıda ise, ısırık elbise üzerinden değilse, hayvan özellikle kurtsa ve temas öncesi ya da sonrası profilaksi (korunma) uygulanmamışsa, bulaşma olasılığı o kadar yüksek ve kuluçka sü¬resi o kadar kısadır.

Klinik özellikleri:
Yukarıda da kısaca belirtildiği gibi kuduz sırasıyla beyin yada omirilik tutulumunun ön planda oluşuna göre "kızgın" yada "sakin-paralitik" şeklinde tanımlanır.

Her ikisininde başlangıçtaki ortak özellikleri:
İyileşmiş ısırık yarasının çevresinde rahatsızlık hissi, kaşıntı yada hissizlik
Huzursuzluk, sıkıntı
Ateş, başağrısı, kas ağrıları, boğaz ağrısı

KODUZ TİPLERİ:

I-Kızgın Kuduzun ayırt ettirici özellikleri:

  • Hidrofobi (solunum kaslarında kasılmaya yol açtığı için su içmekten korku)
  • Aerofobi (soğuk hava kasılmalara yol açtğı için)
  • Aşırı tükrük yapımı
  • Bilincin tamamen açık olduğu aralıklarla şiddetli huzursuzluk
  • Baş ağrısı, ense sertliği, kısmi felçler
2- Sakin Kuduzun ayırt ettirici özellikleri:
  • İki taraflı yada tek taraflı felçler.
  • Hastalar genellikle sara (Epilepsi) benzeri kasılmalar,
  • kalp ritm bozuklukları,
  • böbrek yetersizliği,
  • beyin ödemi,
  • yüksek ateş,
gevşek felçlerin gelişmesi ve sonuçta koma. kalp ve solunum durması sonucu kaybedilebilir.

KUDUZDAN KORUNMA:
  • Hayvan rezervuarlarının kontrolaltına alınması (başıboş hayvanların itlafı).
  • Köpeklerin düzenli olarak aşılanması.
  • Yüksek riskli grupların (Veterinerler, yabani yaşam koleksiyoncuları gibi) temas öncesi aşılanması.
  • Yaraların erken dönemde sabun ve su ile yıkanması, virüslere etkili antiseptikler (povidon iyot.Alkol) uygulanması
KUDUZ AŞISI VE TEDAVİSİ:
İnsan diploid hücre aşısı ile temas sonrası aktif bağışıklanma ve hiperimmün kuduz imminuglobulin ile pasif bağışıklama Minör temaslarda (Cildin yaralanması, sıyrık yada çatlaklar, giysi üzerinden küçük ısırıklar) 0, 3. 7. 14. 30 ve 90. günlerde kuduz aşısı uygulanmalıdır.
Hayvan gözlem altına alınarak, ısırıktan 10 gün sonra hayvan sağlıklıysa bağışıklama uygulamasına son verilir.

Hayvanın kuduz olduğu doğrulanırsa hiperimmün kuduz immünuglubulini (pasif bağışıklama) verilir.
Büyük temaslarda ise: Hem aşı, hem de hiperimmün kuduz imminuglubulini verilir.
Hayvan gözlem altına alınır ve ısırıktan 10 gün sonra hayvan sağlıklıysa; bağışıklamaya son verilir.

GLOKOM ( GÖZ TANSİYONU )

15 Mart 2009 Pazar

Glokum, Göz tansiyonu adıyla da bilinen görme sinirine yaptığı tahribatla kalıcı körlüğe sebep olan bir grup hastalıktır. Fakat erken farkedilir ve tedavi edilirse, glokom kÖrlüğe ve ciddi görme kaybına neden olmadan kontrol altına alınabilir.
Glokom tek bir hastalık değil, bir grup göz hastalığının adıdır. İki ana gruba ayrılabilir: dar açılı ve açık açılı.
En sık açık açılı (%80) görülür. Ayrıca bu iki gruba girmeyen birçok glokom çeşidi de vardır.
Normalde göz içindeki yapıların beslenmesi için göz içerisinde sürekli olarak sıvı yapılır. Bu sıvı (aköz) gözyaşı sıvısı değil, göz küresinin İçerisindedir.
Bu sıvı gözün renkli kısmının (iris) arkasnıdan açıklıktan (Gözbebeği) geçip iris ile kornea arasındaki boşluğa ulaşır.
İris ve korneanın birleştiği noktadan (Drenaj açısından) bir kanal vasıtasıyla gözün dışındaki damar sistemine boşalır.
Drenaj açısı gerektiği gibi çalışmıyorsa sıvı dışa akamaz ve gözün içinde basınç artar. Bu artış "Gece gelen hırsız" gibi ekseriya geceleri ve sabaha karşı olur.
Aynı zamanda gözün içindeki başka bir sıvı olan vitröz sıvı üzerinde de bası yapar. Bu basınç görme sinirinin (optikk sinirin) liflerini etkiyerek yavaş yavaş tahrip eder ve ölümüne neden olur. Göz siniri hücreleri çevreden başlayıp merkeze doğru ölür ve kalıcı görme kaybı oluşur.
Ancak bu kayıp yavaş yavaş gerçekleştiği için hasta tarafından genellikle fark edilmez. Görme alanı gitgide daralır. Hasta bir borunun İçerisinden bakıyormuş gibi dar bir alan görür.
En son dönemde görme tamamıyla kaybolur.
Düzenli olarak yaptırılan göz muayenesi ile erken
teşhis edilip oluşacak körlük tedaviyle önlenebilir.

Göz Muayenesi:
Göz muayenesinde Tonometre adı verilen bir aletle göz İçi basınç (Göz tansiyonu) ölçülür.
Göz dibi muayenesiyle göz sinirleri İncelenir, gerekli görülürse görme alanında kayıp olup olmadığını belirlemek için bilgisayarlı görme alanı testi yapılır.
Glokom dünyada milyonlarca kişide görülen ve her İnsanda ortaya çıkabilecek bir hastalıktır. Bununla birlikte bazı risk faktörleri hastalığın ortaya çıkma olasılığını artırabilir.

GLOKOM RİSK FAKTÖRLERİ:

  1. Yaşlılık
  2. Ailede glokom öyküsü
  3. Sigara
  4. Şeker hastalığı
  5. Yüksek tansiyon
  6. Myopi
  7. Uzun süreli kortizon tedavisi
  8. Göz yaralanmaları
Glokom tanı koyulduktan sonra tamamen iyileştirilip ortadan kaldırılamaz, fakat birçok kişide uygun tedavi ile başarılı olarak kontrol altında tutulabilir.
Görme kaybının ilerlemesi engellenebilir.

Glokom öncelikle göz içi basıncını düşüren çeşitli ilaçlarla tedavi edilir. Bu ilaçlar genellikle göz damlası şeklindedir. Gerekirse ameliyat veya laser tedavileri uygulanabilir.
Göz damlalarının her gün kullanılması zorunludur. Önerilen ilaç tedavisine bağlı olarak göz damlası veya damlaları günde bir kaç kez damlatılmalıdır.
Glokom ilerleyici bir hastalık olması sebebiyle göz damlalarınızı değiştirmek veya tedaviye başka bir göz damlasmı eklemek gerekebilir.
Bu değişikliklerin yapılmasındaki den göz içi basıncını (göz tansiyonunu) kontrol altında tutabilmek ve görme alanınızı aynen korumaktır.

Ayrca glokom hastalarının hangi nedenle olursa olsun başka bir hastalık İçin İlaç kullanmaları gerektiğinde mutlaka göz doktorlarına danışmaları gerekir. Özellikle spazm çözücü ve kas gevşetici türde ilaçlarla depresyon tedavisinde kullanılan bazı İlaçlar göz içi basıncını arttırarak glokomlu hastalara ciddi zararlar verebilirler.

Sonuç olarak:
Glokom herhangi bir belirti vermeyen sinsi bir hastalıktır. Ancak düzenli göz muayenesi sırasında yapılan ölçümlerle ortaya çıkabilir ve kontrol atana alınabilir.

VAZEKTOMİ (ERKEKTE KANALLARIN BAĞLANMASI)

11 Mart 2009 Çarşamba

Vazektomi, erkekteki vaz deferens denen kanalın kapatılarak, çocuk yapan hücrelerin ersuyuna (meni) karışmasının engellenmesi işlemidir.
Bu işlem poliklinik şartlarında yapılan kansız bıçaksız bir İşlemdir. Ancak kişinin artık çocuk sahibi olmak istemediğine karar vermesi gerekir.

İlk kez 1960'ta Hindistan, İngiltere ve ABD'de aile planlaması yöntemi olarak kullanılmıştır. Bugün dünyada 59 milyonun üzerinde erkek bu etkin yöntemle korunmaktadır.
Doğurgan yaşlarda evli çiftlerin Hollanda'da %10'u ABD'de %11'i ,kanada'da %I3'ü, İngiltere'de %14'ü vazektomi ile korunuyor.
Türkiye'de 2827 numaralı yasanın 1983 yılında kabulünden sonra bu yöntem uygulanmaya başlandı. Yine Türkiyede yapılan araştırmaya göre evli erkeklerin %4.2'si vazektomiyi bilmektedir.
Erkeklere ait yöntem olan prezervatif ve geri çekme ailelerin %40'ı tarafından uygulanıyor.
Erkeklerin aile planlamasında sanıldığı kadar tutucu olmadığı görülüyor.
Deneyimler iyi bir vazekıomi hizmeti sunulduğunda artık çocuk sahibi olmak istemeyen erkeklerin vazektomi ile ilgilendiğini ve bu hizmeti almak istediğini gösteriyor. Bu konuda önce toplumdaki yanlış bilgilerin ortadan kalkması gerekir.

VAZEKTOMİ SONRASI CİNSEL GÜÇ VE İSTEK ETKİLENİR Mİ:
En sık sorulan sorulardan biri de vazektomi sonrası cinsel gücün kaybolması sorusudur! Hayır, vazektomi'den sonra cinsel güç kaybolmaz. Çünkü vazektomi sonrası erkek yumurtalarının (testis) boyutlarında ve hormonal salgılanmada herhangi bir değişiklik olmuyor.
Tam tersi hamilelik korkusu kalmadığı için psikolojik rahatlama nedeniyle daha verimli ilişki olur.

Bu işlem özel cerrahi aletlerle ameliyatsız, bıçaksız uygulanır. Birkaç dakika sürer. Kişi hemen işine dönebilir. 2-3 gün sonra banyo yapılabilir ve hatta cinsel ilişkide bulunabilir.

1975 Yılında Çin'de geliştirilen bistürisiz (bıçaksız) vazektomi tekniği 1986'da dünyaya yayıldı. Bu yöntemde lokal anestezi yapıldıktan sonra özel aletle cilt delinir ve bu delikten döl yolu bağlanır.
Keserek yapılan klasik yöntemlere üstünlüğü: çok
kısa sürmesi, kanamanın ve iltihabın vok denilecek kadar az olması ve işlem sonrası iş gücü kaybının olmamasıdır.

Vazektominin etkisi ne kadar sürer?
Ömür boyu, Döl kanallarını kapattıran erkeğin artık çocuğu olmaz. İşlemin başarılı olmadığı milyonda bir erkekte görülmuştur. Döl kanalının yeniden açılması zor bir işlemdir. Hem de her zaman başarılı olmaz ki Vazektomi bu nedenle ancak bir daha çocuk istemeyen erkekler için uygundur.

Vazektomi erkekliği etkiler mi?
Vazektominin cinsel birleşmeye hiçbir etkisi yoktur. Karşı cinse ilgi azalmaz. Ereksiyon(Sertleşmeye) ve ersuyu (meni) boşalmasına engel olmaz. Meni miktarında bir değişiklik yapmaz. Erkeklik gücünde psikolojik etkiye bağlı artma görülebilir.
Vazektomiden sonra torbadaki dölleyen hücrelere ne olur?
Bu hücreler torbadaki yumurtalar tarafından üretilmeye devam eder. Ancak bunları ileten kanallar kapandığı için. bu hücreler kullanılmayan diğer hücrelerde olduğu gibi vücut tarafından geri emilir. Bu yalnız vazektomide değil, uzun süre cinsel ilişkide bulunmayan tüm erkeklerde görülen doğal bir olaydır.

Vazektominin yan etkisi var mıdır?
Hayır. İşlem sadece çocuk olmasını engeller. Hiç bir şekilde seks hayatınızda değişiklik yapmaz.

Vazektomiden ne kadar sonra cinsel ilişkide bulunabilir?
2-3 gün sonra kendinizi hazır hissettiğiniz zaman cinsel ilişkide bulunabilirsiniz. Ancak unutmayın meni kanalındaki sperm tmamen boşalıncaya kadar yanı vazektomiden sonraki ilk 20 gün mutlaka bir başka doğum kontrol yöntemi bulunmalıdır.

Vazektomiye uygun kişiler nasıl belirleniyor?
vazekıomi yaptırmak isteyenlerin:

  1. İki çocuktan fazla çocuğunun olması.
  2. iki çocuk varsa küçüğün 1 yaşından büyük olması
  3. Tek çocuk İse çocuk 5 yaşının üzerinde olmalı ve/veya annenin 35 yaşının üzerinde olması.
  4. Çocuksuz ve 60 yaşının üzerinde İse.
  5. Kriterleri uymuyorsa psikiatri konsültasyonu istendikten sonra vazektomi yapılmasına karar verilir.
Bistürisiz (bıçaksız) Vazektomi aile planlamasında etkin, güveniriiği kanıtlanmış, yeterince anlaşıldığı takdirde kabul gören bir korunma yöntemidir.

Halkın vazektomi konusundaki bilgisi arttıkça, bütün toplumsal sıkıntılarında olduğu gibi, bu konuda da ön yargıların kalkacağı ve tabuların yıkılacağı inanılmaktadır.

MEME KANSERİ

Meme kanseri, kadınlarda en sık görülen kanser tiplerinin başında gelir. Yaklaşık her 1315 kadından bir tanesi, hayatının herhangi bir yaşında meme kanserine yakalanmaktadır. Bu hastalığın erken devrede teşhis edilmesi ile hayat kurtulabilir.
Birinci devrede yakalanarak tedavi edilen kadınların %85-90'ı tamamen iyileştirilebilmektedir.
Geç kalınma sûresi arttıkça iyileşme ihtimali de o nispette azalmaktadır. 0 zaman bu oran % 50'ye, hatta daha İleri evrelerde %10-15'e kadar düşmektedir.
35 Yaşın altındaki kadınlarda seyrek görülen meme kanserine, bu yaştan sonra daha sık olarak rastlanmaktadır. Meme kanserli kadınların %75'i 50 yaşın üzerinde bulunmaktadır. Ama diğer taraftan seyrek bile olsa 20 yaşın altındaki genç kadınlarda da bu hastalığa rastlanmaktadır.
Bu hastalığı tedavi olanaklarının fazla olduğu erken dönemlerinde yakalayabilmek İçin ilk belirtilerini çok iyi bilmek gereklidir. Bunlar şöyle özeüenebilir:

MEME KANSERİN BELİRTİLERİ:

1-Meme cildinde belirli bir yerde sertleşme, kızarma, kalınlaşma. İçeri çökme, portakal kabuğu gibi ufak çöküklenmeler gösterme.
2-Meme başının içeri çekilmesi.
3 Meme başından akıntı gelmesi (Bu akıntı kanlı veya kansız olabilir)
4-Memenin içersinde, herhangi bir yerinde şimdiye kadar farkedilmemiş ağrılı veya ağrısız sertlik, şişlik veya bir kitlenin ele gelmesi.
5-Memenin İçersinde, varlığı evvelce bilinen kitle ve doktorlarında görmüş olduğu sertliğin kıvam değiştirmesi, büyümesi veya yaygınlaşması.
6-Boyunda veya koltuk altında yuvarlak şişliklerin oluşması.

Bu belirtileri öğrenen kadınlar ayda bir defa olmak üzere kendi memelerini kontrol etmelidirler. Adet görenlerde kanamanın bittiği günlerde bu muayenenin yapılması daha uygundur. Adetten kesilmiş olanlarda ise. ayın herhangi bir gûnû yapılabilir.

MEME MUAYENESİ NASIL YAPILIR:
Memenin içindeki değişiklikler, yıkanırken sabunlu vaziyetle kaygan cilt altında ele daha kolay gelmektedir. Banyodan sonra ayna karşısında ciltteki değişmeler, kızarmalar, meme başının durumu gözden geçirilir. Kollar havaya kaldırıldığında normal pozisyonda, belli olmayan cilt çekintileri ve her iki meme arasındaki simetri farklılıkları göze çarpar.
Daha sonra sırt üstü yatarak meme içerisindeki dokular ve önceki incelemelerde dikkati çekmiş olan alanlar varsa bu bilgiler ayrıca elle araştırılır.
Bu araştırma, memenin her bölgesini kapsamalı ve yumuşak, dairesel bir hareketlerle devam ettirilmelidir. En son olarak da meme başı arka bölümünden hafifçe sıkılarak bir akıntı olup olmadığı anlaşılmalıdır. Memesinde dikkat çeken bir değişiklik tespit eden kadın vakit geçirmeden bir uzman doktora başvurmalıdır.
Doktor da aynı muayeneleri tekrarlayacaktır. Eğer o da bu değişimin patolojik bir oluşuma bağlı olduğu sonucuna varacak olursa daha ileri incelemelere geçecektir.

MAMMOGRAFİ:
Bu durumda yapılması gerekli olan tetkik "mamografi" olmalıdır.
Mammografide düşük dozlu röntgen ışınları ile memelerin filmleri alınır ve şüpheli alanlar değerlendirilmeye çalışılır. Kuşkular devam ediyorsa, bu defa İğne ile veya ameliyatla doku örnekleri alınarak mikroskopta incelenmelidir.
Kesin kanser tanısı konduğunda ise süratle tedaviye geçmeli ve cerrahi, ışın ilaç tedavilerinden hangilerinin, ne şekilde uygulanacağı kararlaştırılarak enerjik bir girişimle tedavi tamamlanmalıdır.

Boyun ve Bel Ağrılarının Nedenleri ve Önleme Yöntemleri

10 Mart 2009 Salı

Boyun, sırt ve bel ağrıları. özellikle hizmet sektöründe çalışanlarda giderek artmaktadır. Özellikle masa başında ve bilgisayar karşısında çalışanlar, büro elemanları ve ev hanımları ağrıdan yakınır.
İş ortamında beliren ağrıların nedeni, aşırı hareketten çok hareket azlığı ve yapılan işlerin monotonluğu, iş yetiştirme stresi gibi faktörlerdir. Hanımların işlerinin evde de devam etmesi, sorunlarını ağırlaştırır.
Şehir hayatında boyun ve bel yapılarının zorlanması daha okul sıralarındayken başlamaktadır. Ayrıca, uzun süre direksiyunu kullanmak, trafikte beklemek, bilgisayarın başında oturmak, aralıksız tv seyretmek, hanımların nutfak tezgahında çalışması, titreiimli alet kullanmak,
bavul, su bidonu ve tüp gibi ağır şeyleri kaldırmak, şikayetlrin artmasına yol açar.
Yaş ilerledikçe de doğal yaşlanma sûrecinin etkisiyle de şikayetler artar.

BOYUN BÖLGESİ:
Boyun bölgesi vücudumuzun en hareketli, dış etkenlere en hassas bölgesidir. Psikolojik sorunların ve iç sıkıntılarının etkileri de bu bölgede ortaya çıkar. Aynca otururken farkında olmadan baş öne eğilip boyun kısalmaktadır. Bu nedenle uzun süre aynı şekilde oturma, boyun kaslarını yoran bir pozisyondur.
Boyun ağrılarının bir özelliği de başın ön ve arkasına, sırta ve omuzlara doğru yayılabilmesidir.

Boyun ve bel bölgesindeki ağrı oluşumunu önlemenin yolu; "Destekli Dik Oturuş" olarak tanımlayabileceğimiz pozisyonu korumaktan geçer. Bunun yanında ev işini yaparken arasıra mola vermek, uzun süre aynı yöne bakmamak, büroda çalışırken zaman zaman kalkıp dolaşmak, masa başında bazı germe hareketleri yapmak çok yararlı olur.
Evde ve iş yerinde, hergün düzenli olarak yapılan ve sadece bir kaç dakika sürecek egzersizler, hem boyun hem bel için çok yararlıdır.

BOYUN VE BEL ANATOMİSİNİN ÖZELLİKLERİ:
Boyunda 7, göğüs bölgesinde 12, belde 5 kemik (omur) bulunur. Omurganın en altında kuyruk sokumu kemiğiv ardır. Kemiklerin çevresinde eklem kapsülü, kas ve bağlar bulunur. Kemiklerin arasından geçen sinirler, fıtık, kireçlenme gibi rahatsızlarda baskıya uğrayarak, kollarda ,ellerde ve parmaklarda uyuşmaya, güçsüzlüğe, kulak çınlamasına neden olur.

BEL FITIĞI NEDİR:
Omur denen kemikler birbirinin üzerine oturmuş olup, aralarında, disk dediğimiz sıvı dolu kesecikler bulunur ve eğilme hareketlerine yardımcı olur. Ağırlık kaldırma, ters hareket, zorlanma, eklemlerde yıpranma gibi nedenlerle, bu diskler taşınıp fıtıklaşabilir.

Kemiklerin oluşturduğu sütunda, boyun ve bel bölgesinde
öne, sırt kısmında arkaya doğnı bir kavis bulunması, hareketlerin kolayca yapılmasını sağlar; bu eğriliğin düzleşmesi ise, rahatsızlığa yol açar.
Baş, ense ve bel ağrısına yol açan bir diğer neden de, stres sonucu kaslarda gerginlik meydana gelmesi, bununda kan akımını engelleyerek ağrıya yol açmasıdır.
Çalışma hayatında uzun süre aynı pozisyonda kalma sonucu, bazı sırt ve bel kasları gerginleşir. Çalışan kişilerin sık sık oturuş pozisyonunu gözden geçirmesi ve duruş şeklini değiştirmesi yararlı olur.

Omurga sağlığı için en uygun duruş bilincini edinmek ve bunu sürdürmek gerekir. Boynun asimetrik duruşunun sonuçları, kasların bir tarafta kasılması ve ağrıya yol açmasıdır.
Telefonu başı ile omzu arasına sıkıştırıp konuşma, tavan boyama, perde asma gibi durumlar ve boyun fıtığı, beyine ve kulağa doğru kan dolaşımının azalmasına, kulak çınlaması, bulantı, dengesizlik gibi şikayetlere neden olur.
Bel ve boynu destekleyici tarzda, hem hafif hem sert, hem de esnek bir yatağın seçilmesi, yaklaşık 10 cm yüksekliğinde, orta sertlikte yastık kullanılması ve yüzü koyun yatmaktan kaçınılması, sağlıklı yaşamak için yarar sağlar.
Hasta hekime müracaat ettiğinde, ,ağrıların ortaya çıkma nedeni, süresi, tekrarlama sıklığı gibi sorular sorulur. Direkt film, bilgisayarlı tomografi, MRI, EMG gibi inceleme tekniklerinden yararlanılır. Hastalığın şiddeti ve aşamasına göre ilaç tedavisi, fizik tedavi, cerrahi girişim gibi yollarla yardımcı olunur.

RAHİM AĞZI KANSERİ ( SERVİKS KANSERİ )

Rahim ağzı kanseri dünyada meme kanserinden sonra İkinci en önemli kadın kanseri olarak tanımlanıyor. Yılda yaklaşık 440 bin kadın bu hastalığa yakalanıyor. Serviks (latince. boyun anlamına gelir), rahmin dar ve silindirik uzantısıdır.

RAHİM AĞZI ( SERVİKS ) NEDİR - NERDE BULUNUR?

Vajinaya ön vajinal duvardan girer ve çoğunlukla vajinayla dik açı yapar.
Genellikle rahim boynu 2-4 cm uzunluğundadır. Serviks vajina boşluğuna dış 05" (ağız) ile açılır ve bu bölgeye de 'Rahim ağzı' denilir.
Rahim boynu (serviks) ve rahim ağzı çok sayıda ve çeşitli Benign (selim) ve Malign (habis) hastalıklarla karşılaşan bir bölgedir.
Bunlardan servikal kanalın doğuştan darlığı, sancılı adet ve kısırlığa kadar neden olabilir.
Servikal polipler, birkaç mm'den 3 cm kadar değişen boyudarda genellikle şikayet vermezler. Bazıları vajinal akıntı ve kanamalara yol açabilir.

Serviks iltihabı ve servisit öyle yaygındır ki aktif ve kronik inflamasyonsuz bir örneği bulmak için çok uzun ve zahmetli arayışlar gerekir.
Serviks yaşam süreçleri esnasında, devamlı travmaya açıktır; doğum ve koitus (Cinsel ilişki) bu örneklerdendir. Serviks iltihabının etkeni genellikle mikrobik ve viral enfeksiyondur. Kronik servistin en sık görülen klinik belirtisi rahim ağzında yara (servikal erezyonu'dur).
Serviksin diğer selim lezyonları da Servical Tüberküloz, Servikal Sifilis, Herpe virüslere bağlı herpetik lezyonlar. Servical myom, Hemangium ve Condylomata Acuminata siğil benzeri oluşumlar.
Rahim ağzının hücre ve doku analizine ve doğrudan fizik muayeneye açık oluşu, kanser tehlikesinin ayrıntılı incelenebilmesine önemli ölçüde olanak sağlamıştır.

BELİRTİLER:
Rahim ağzı kanserinin tanısında ilişki sonrasında lekelenme, menstrül siklus arası kanamalar ve menapoz sonrası kanamalar dahil düzensiz ve sıklık olmayan rahim kanaması, bir rahim ağzı hastalığına işaret edebilir.

Kanın vaginal kanaldan vücut dışına çıkması hastanın bu kanamaları farketmesine yol açar. bizde hastamıza bu tür olaylarda doktoruna başvurmasını öğretmeliyiz.

Bu hastalığın tedavisinde, erken davranmanın yararı tartışılmaz. Bilinen ağrı ve kilo kaybı belirtilerini beklemek hastanın rahim kanserinden kurtulması için artık yararlı olamaz.
Bu son belirtiler ancak ilerlemiş ve genellikle iyileşemez hale gelmiş bir evrede ortaya çıkar.
Hiçbir belirti vermeyen hastalarda muayenede hiçbir belirgin değişikliğin bu hastalığı nasıl teşhis edebiliriz.
Bu durumda Papanicolaou'nun hücre inceleme yönteminin değeri kolaylıkla anlaşılabilmektedir. Aynı teste PAP testi veya Smear (süzüntü) testi olarakta kullanmaktayız.
Bu yöntem ile gerçekte servika! kanserin mutlak kontrolünü sağlayabilecek nitelikteyiz.
PAP Testin büyük başarısının nedenleri şunlardır:

1- Basit bir klinik test oluşu; örnek almak
doktor için kolaydır ve hastayı rahatsız etmez.
2- Bir tarayıcı önlem olarak, hastalık şikayeti vermeyen kadınlarda da kullanılabilir.
3- Rahim ağzından parça (Biopsi) alınması için bir uyandır.
4- Yüksek tanı yeteneği, tedavinin, iyileşmenin garanti olduğu dönemde uygulanmasını sağlar.

KORUNMA:
Rahim ağzı kanserinden korunmak için seksüel aktif olan veya 18 yaşına gelmiş tüm kadınlar, yılda bir pap testi ve pelvis muayenesinden geçmelidir. Biz kadının ardarda üç veya daha fazla sayıda yıllık incelemeleri normal cevap verdiğinde doktorunun uygun görmesi koşuluyla pap testleri daha seyrek yapılabilir. Bu önerimizin esası, yıllık taramalarda, sürekli biçimde negatif 'smear'i olan kadmların sonradan bir pozitif smear'i oluşturma ihtimalinin düşük olmasıdır.

Rahim ağzı hastalıkların epidemiolojisi İyice araştırılmıştır. Bu konuya ilişkin bazı çalışmalara göre alt sosyoekonomik statüdeki kadınlarda, ilk ilişkiye erken yaşlarda girenler, hayat kadınları da, çok partnerle ilişkiye giren kadınlarda ve herhalde herpesvirüs tip2 veya insan papillamavirüsü (HPV) ile enfeksiyona maruz kalan kadınlarda bu hastalığa daha sık rastlanmaktadır.

80'den fazla türü olan HPV'nin kansere neden olan dokuz türü saptanmıştır. Özellikle rahim ağzı kanserlerinin erken dönemde anlaşılması açısından büyük önem taşıyan teste genital bölgeden alınan örneklerde son zamanlarda virüslerin DNA'sı araştırılıyor.

1907'lerden beri bilinen HPV virüs grubunun tanısı için ne yurtdışında ne de ülkemizde şimdiye kadar olanak vardı.
Daha çok bu virüslerin yol açtığı bir lakım deformasyonlara hücre şekil değişikliklerine mikroskop altında bakarak (PAP) SMEAR testiyle tanı konurdu.
Son yıllarda yeni teknoloji geliştirildi Moleküler biyoloji yöntemleriyle virüslerin genetik yapısını DNA'ya bakarak saptamak mümkün oldu.

TEDAVİ:
Rahim ağzı kanserinin tedavisi genellikle cerrahi yöntemdir. Radyoterapide tercih edilir çünkü MORBİDİTE (Hasta olmak - hastanede yatma) daha düşüktür. normal dokuların korunması daha fazladır.

Erken rahim ağzı kanser vakalannda PROGNOZ (Seyir) çok iyidir. %100 iyileşme beklenebilir.
İlerlemiş vakalarda. PROGNOZ bu kadar umut verici değildir.
Rahim ağzı kanserlerinin ASEMPTOMATİK (Belirti vermeyen) fazla olabilmelerine rağmen bugünün olanaklarıyla saptanmaları mümkündür ve bu tekniklerin yaygın kullanımı sayesinde son 30 yılda rahim ağzı kanser insidansı belirgin biçimde düşmüştür.
Rahim kanserinin bu gelişim kavramı, çoğu jinekoloğun yakın gelecekte bu hastalıkların tamamen kontrol altına alınabileceğine inanmalarına yol açmıştır.
Bugünkü DİAGNOSTİK ve TERAPOTİK tekniklerle rahim kanserinden ölümün tamamen ortadan kaldırılması beklenebilir.